24-07-2024 10:35:52 Son Güncelleme: 24-07-2024 10:50:52

Prof. Dr. Alev Fatoş Parsa–Dr. Elçin As Yazdı: Televizyon Dizilerinde Kadın Temsili

Televizyon dünyası kültürü pazarlama unsuru haline getirirken var olan bu medyaya özgü kültürü de yeni ve farklı öğelerle biçimlendirerek dönüşüme uğratmaktadır.
Prof. Dr. Alev Fatoş Parsa–Dr. Elçin As Yazdı: Televizyon Dizilerinde Kadın Temsili

 

 

* Prof. Dr. Alev Fatoş Parsa

* Dr. Öğretim Üyesi Elçin As

 

Televizyon dünyası kültürü pazarlama unsuru haline getirirken var olan bu medyaya özgü kültürü de yeni ve farklı öğelerle biçimlendirerek dönüşüme uğratmaktadır. Bu dönüşümde televizyon dizilerinin rolü yadsınamayacak oranda fazladır. Bunlar ‘mükemmel’, ‘şaşalı hayatları’ izleyicilere sunmakla kalmaz, aynı zamanda bu sanal hayatların gerçekliğine de izleyicileri inandırırlar. Sanal gerçeklikler evreninde kaybolan izleyici ise diziler tarafından kendisini çevreleyen bu kültürel hegemonik ideolojilerin adeta esiri haline gelir. Bu hâkim ideolojilerden biri de ataerkil ideolojinin temsil pratiklerine yansımasıdır. Dan Laughey (2010, s. 84) akademik çalışmalarda medya, temsil ve gerçeklik ilişkisini şu şekilde betimler:

 

Medyanın sunduğu gerçeklik temsilleri,  gerçek dünyaya ilişkin kişisel deneyimlerimizi ve yorumlamalarımızı önemli ölçüde belirler. Bu nedenle, temsil ‘gerçek’ olaydan sonra ortaya çıkan bir şey değil, yorumladığımız gerçekliğin bir parçasıdır. Temsil sadece gerçekliği sunmaz, aynı zamanda gerçekliğin anlamına da derin şekilde katkıda bulunur.

 

Televizyon dizileri aracılığıyla ataerkil düzenin ideolojisi geniş kitlelere ulaşmaktadır. Bourdieu’nun (2016) belirtmiş olduğu ‘eril tahakküm’ alanı dizilerle yayılmakta ve stereotip roller izleyicilere aşılanmaktadır. Dizilerde temsil edilen erkek karakterler her daim güçlü, aktif ve ne istediğini bilen bilinçli karakterler iken, kadın karakterler genelde duygusallıkları ile ön plana çıkan, pasif bireyler olarak yansıtılmaktadır. 

 

Televizyon ortaya çıkışından günümüze izlerkitle için yalnızca eğlendirme aracı değil, aynı zamanda kültürü pazarlayan ve ideolojileri yeniden üreten medyum işlevini de üstlenmiştir. Neil Postman ünlü Televizyon Öldüren Eğlence kitabında onu şu sözlerle tanımlar: 

 

Televizyon aygıtımız bizi dünyayla hep yakın ilişkide tutar, ama bunu bize gülümseyen çehremizin hiç değişmediği bir yüzle yaptırır. Sorun, televizyonun bize eğlendirici temalar sunması değil, bütün temaların eğlence olarak sunulmasıdır ve bu da bambaşka bir sorun oluşturur. Başka bir şekilde ifade edersek: Eğlence, televizyondaki her türlü söylemin üst-ideolojisidir. Neyin gösterildiğinin ya da hangi bakış açısının yansıtıldığının hiçbir önemi yoktur; her şeyin üstünde tutulan varsayım, hepsinin bizim eğlenmemiz ve haz almamızın gözetilerek sunulmasıdır. (1994, s. 99-100). 

 

Modern dünya, yaşantısının büyük bir zaman dilimini ekranların karşısında geçiren bireyler yaratmıştır. Ekranların karşı konulmaz cazibesiyle bireyler gerçek dünyadan uzaklaşmış, sanal dünyanın gerçekliğine kendini kaptırmıştır. Ekranın sunduğu sanal gerçeklik evreninin en belirgin özelliği ise bireyleri rahatsız etmeyen yapıda oluşudur. Başka bir deyişle “gerçeklik ilkesini, gerçekliğini yitiren bir toplumsal yaşam bir tür sanal yaşama dönüştüğünde ortaya çıkan sanal teknolojilerin yardımıyla toplumlar -sanal değil gerçek bir yaşantı sürdürdüklerine- inandırılmaya çalışılmaktadır. (…) Bir anlamda özünü, ruhunu, manevi, insani değerlerini yitiren bireyler robotu andıran basit birer biyolojik varlığa dönüşmekte ve insanlığını yitirince geriye kalan tek duygusal yanının yani arzularının kölesi haline gelmiş bir varlığa benzemektedirler (Adanır, 2010, s. 53-54). 

 

Televizyonda en çok izlenen programların başında dizilerin geldiği bilinmektedir. Kendisine has bir anlatım biçimini benimseyen televizyon dizileri izlerkitlenin beğenilerini yönlendirirken, değerlerini biçimlendiren yapımlar arasında yerini almıştır. Televizyonun en çok izlendiği ‘altın saatler’de (İng. Prime time) geniş kitleler tarafından takip edilen dizilerin kahramanları ile izleyiciler çoğu zaman özdeşim kurmaktadırlar. Bu bağlamda TV dizileri, bireylerin yaşam biçimlerini şekillendiren, kültürü ve değer yargılarını yeniden oluşturan, dizi kahramanlarıyla üzülen ve sevinen bir kitle yaratmıştır. 

 

Mutlu’ya göre (2008, s. 284) özdeşleşme ile parasosyal ilişki arasında güçlü bağlar bulunmaktadır. Parasosyal ilişki, sosyalleşme sıkıntısı yaşayan ve bu yüzden sosyal hayata adapte olamayarak yalnızlık çeken bireylerde görülmektedir. Bu durum bireyin televizyon yer alan kurmaca veya gerçek karakterlerle girdikleri etkileşimi ve onun neticesinde yaratılan hayali bir arkadaşlık halini doğurmaktadır.

 

Televizyon ve dizilerin bireyler üzerinde yarattığı tüm bu etkilerinin yanı sıra televizyondaki kimlik temsili de çetrefilli alanlardan biri olmuştur. Bu durum pek çok medya çalışmasının temelini oluşturmuştur. Özellikle 1960’lı yıllarda belirginleşen kimlik arayışı bireylerin kültürel kimliklerini keşfetmek için bağlı oldukları toplumsal gruplarının tarihini araştırmasıyla bir politika haline gelmiştir. Afrika kökenli Amerikalılar, Meksikalılar, gay ve lezbiyenler, kadınlar bu tip hareketlerin öncüleri olmuştur. Bu dönemde politikanın medya dünyasında daha fazla sahne alması ile birlikte bireyler de medyanın tanıştırdığı gruplar, konular, ikonlar ve mücadelelerle özdeşleşebilmişler ve böylelikle yeni kimlik şekilleri medya kültürü aracılığıyla yaygınlaşmıştır (Kellner, 2013, s.218-219). 

 

1970’li yıllara gelindiğinde feminist medya çalışmaları ortaya çıkmış ve bu durumla birlikte medyada kadının temsili tartışılır hale gelmiştir. Yüzyıllardır ataerkil toplum anlayışı içerisinde yaşayan ve yaşatılan kadınlar ikinci dalga feminizmin de etkisiyle güçlerinin farkına varmışlar ve pek çok alanda söz sahibi olmaya başlamışlardır. Kadınların medyada temsil ediliş biçimi pek çok çalışmanın sorunsalını oluşturmuş ve medya çalışmalarında kadın temsili merkezi konuma yerleşmiştir. Medya genelinde yapılan akademik çalışmalarda ortaya çıkan bulgular ise yıllardır değişim göstermemektedir. Kadın medyada kamusal alandan ziyade özel alanında yansıtılmakta, yapılan haberler, dizi ve sinema karakterleriyle ise ikincil plana itilerek nesneleştirilmesi meşrulaştırılmaktadır. 

 

Feminist medya çalışmaları aynı zamanda kadının temsilinde dönüşüm yaratmak için çalışmalar yürütmüştür. Kadınların nasıl ve ne için baskı altında tutulduğunu anlamaya dair analiz yöntemleri, kadınların özgürleştiği ve ataerkil toplumun belirlediği stereotip rollerden uzakta bir toplum tahayyülü ve kadının baskılanmasını toplumun temel çelişkisi olarak kavrayan dünya görüşü hakkında detaylı araştırmalar gerçekleştirmişlerdir (Dunosi’den aktaran Çelenk, 2010, s. 229). 

 

Feminist medya ideolojisi perspektifinden televizyon dizilerinde kadın temsili araştırmaları incelendiğinde, dizilerde kadınların anlatı merkezinde üç boyutlu ‘karakter’ olarak değil, derinliği olmayan iki boyutlu ‘tiplemeler’ olarak sunulduğu görülmektedir. Ataerkil toplum değerlerinin diziler aracılığıyla ‘normalleştirildiği’, kadının ikincil konuma itildiği bu tiplemeler ile kadına ilişkin stereotip rollerin de pekiştirildiği bilinmektedir. Dizilerde sunulan edilgen yapıdaki korunmaya muhtaç ve kendi öz benliğini kanıtlayamamış kadın imgelerinin karşısında erk sahibi erkek imgeleri konumlandırılmıştır. Dizilerdeki kadınların hayattaki amaçlarını belirten söylemlerin neredeyse tamamını kadının çocukları, eşi ve ev yaşamına ilişkin söylemler oluşturmaktadır. Bu söylemlerin dışına çıkan kadınların ise sosyal hayattan uzaklaştırılıp yalnızlaştırıldığı ve ötekileştirildiği durumlar fazlaca yansıtılmaktadır. Bu cinsiyetçi yaklaşım bir yandan ataerkil toplumda var olan toplumsal yapının yansıması iken, bir yandan da medyanın gerçekleri kurgulayarak adeta yeniden inşa etme sürecinin parçasıdır. Güçlü temsillerde sunulan kadınlarda dahi erkeğin arzu nesnesine dönüşme durumu vardır. Bununla birlikte kadının her daim güzel, çekici, bakımlı ve mükemmel olması gerektiği çeşitli görsel göstergelerle izlerkitleye aktarılmaktadır.

 

TÜSİAD tarafından 2018 yılında yapılan Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması önemli veriler sağlamaktadır. Dizilerdeki kadın-erkek dağılımı, karakterlerin mekânlar ile ilişkisi, karakterlerin diyalog ve görüntüler üzerinden çözümlenmesi, toplumsal cinsiyet temsilinin kadınlar ve erkekler için yazılmış rol ve kimlikler üzerinden incelemesinin yapıldığı bu araştırmada dikkat çekici ayrıntılar bulunmaktadır. Dizilerin geneline bakıldığında ana ve yardımcı karakterler içinde kadın sayısının erkeklerden daha az olduğu görülmüştür. Ekranda görünürlük oranları da erkeklere göre daha kısıtlı bir zaman diliminde yer almaktadır. Erkek karakterlere bekâr rollerin daha çok yazıldığı gözlemlenirken, dulluğun kadın karakterlere erkeklerden yedi kat fazla biçilen bir rol olduğu ortaya çıkmıştır. Fiziksel yapıları incelendiğinde kadın karakterlerin “zayıf ve narin” yapıda oluşları onları güzel ve çekici kılmaktadır. Erkek karakterler ise “yapılı ve iri” olmalarıyla güçlü karakterlerdir. Benzer araştırmaların bulgularını destekleyecek şekilde kadınların ekranda fiziksel özellikleri ile nitelik kazandıkları bu araştırmada da tespit edilmiştir. Kadın karakterlerin büyük bir oranı genç ve zayıf olarak karşımıza çıkar. Şişman olarak kodlanan kadınlar ise çoğunlukla dul ve orta yaş üstünde görünmektedir. Dolayısıyla kadınlar görsel medyada tarihsel olarak onlara sürekli atfedilen iki rol olan “cazibeli ve güzel” ile “anaç ve cinsellikten arındırılmış” kalıplarının içine hapsedilmeye devam etmektedir. Bununla birlikte dizilerdeki kadın ve erkek karakterlere yöneltilen fiziksel özelliklere dair yorumların çok büyük bir oranda kadınlara atfedildiği ve bu yorumların yüksek oranda olumlu olduğu görülmektedir. Kadın karakterlerin büyük çoğunluğunun zayıf ve genç olduğu düşünüldüğünde, bu özelliğinin toplum tarafından onaylanan, kabul edilen bir özellik olduğu da tartışılabilir. 

 

Dizilerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin; reklamverenler, yapımcılar, yayıncılar, senaristler, yönetmenler ve oyuncular gibi sektör paydaşlarının perspektifinden yeniden ele alınarak tartışılması ve tüm paydaşların kendi etki alanlarından başlayarak ilke ve eylem bazında harekete geçmeleri büyük önem arz etmektedir.

 

 

* EÜ Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Dekanı

* EÜ Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 446 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI