Prof. Dr. Ergün Yıldırım / İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
Modernite yeni bir dünyayı haber verir. Buna modern dünya diyoruz. Fabrikalar, sanayileşme, aydınlanma hareketi, Rönesans ve reformlar…Kurumlar olduğu kadar, üretim ilişkilerinde de dünya yenileniyor. Fikirler ve ideolojiler doğuyor. Proletarya ve burjuva sınıfları ortaya çıkıyor. Modern dünya, aynı zaman da yeni siyaset ve yeni devletler demektir.
Tarihte köklü bir değişim yaşanıyor. İnsanlar ilk defa, en büyük nüfusla kent merkezlerinde yaşıyorlar. Matbuat etrafında kitap, gazete ve dergi faaliyetleri yükseliyor. Buna eşlik eden akademiler ve okullarla beraber aydınlar sahneye çıkıyor. Bireysel hayat, kitlesel yaşam, kentlilik ve sınıfsal bilinç ile karşılaşıyoruz.
Din, modern dünyanın bu sosyolojik ilişkileri içinde önce şaşkınlıklar ve çatışmalar yaşıyor. Eski ve tarihi yapısıyla direniyor. Bu nedenle din ile modernite arasında çatışmalar ortaya çıkıyor. Modern dünyada sekülerleşme ve kilisenin egemenliğini sınırlandırma arayışları, bu çatışmalara neden oluyor. Din, sekülerleşme ile beraber egemen konumunu kaybederek çeşitli kurumlardan birisine dönüşüyor.
Modernlikle gelen köklü değişmeler karşında çatışma yeninde çekilme ve yenilenme gibi iki dinsel tutum daha gelişiyor. Çekilme, dinin geçmişteki en iyi günler diye kodladığı döneme yönelmesidir. Burada din, geçmişin ütopyası olarak insanlara sunulur. Modern dünyadan çekilerek tamamen içe dönük gelenekçi inanış ve pratiklere sığınmayı salık verir. Modern dünyada dinin içine girdiği üçüncü eylem ise yenilenmedir. Yenilenme “reform” ve “ihya” şeklinde ortaya çıkar. Hristiyanlık, Protestanlık ile yenilenerek varlığını sürdürür. İslam toplumlarında ise çeşitli çağdaş hareketler ve fikirler doğarak bu tutum ortaya çıkar.
Modern dünyanın çoğalan kitlesel yapısı, bireyselliği ve okullaşması ile beraber din de bireysel ve kitlesel bir niteliğe bürünür. “Cemaatçi” ver “mahalleci”(community) özellikleri çözülür büyük oranda. İnsanlar mahalle mektebi veya cami hocasından öte kitaplardan, namaz hocası metinlerinden, gazete ve televizyonlardan din öğrenmeye başlar.
Dinin geleneksel yorumları çeşitli meydan okumalarla karşılaşır. Dini çoğulculuk modern şekliyle ortaya çıkınca birçok dini yorum ve yol da buna eşlik eder. Aydınlar, din adamları yanında dinden bahseden yeni bir grup olarak önem taşır. Gazete, dergi ve kitle iletişim alanlarında aydınlar dini konuşur ve yazar çoğunlukla.
Dini çoğulculuk ve yorum çokluğu, modern dünyanın son zamanlarında kaosa yol açmaktadır. “Her kafadan bir din sesi” yükseliyor. Dinin tartışılmayan ve sorgulanmayan tarafı kalmıyor. En büyük tartışma da Tanrı üzerinde yürümeye başlıyor. Geleneksel dönemde her yerde Tanrı ile karşılaşılırken, şimdi Tanrı bir türlü bulunmuyor!
Modern ilişkilerde maddiyat belirleyici bir gerçekliğe dönüşüyor. İlişkilerin pratik maddi dünyası zihinleri de etkiliyor. Modernite, bütün insanları kazanç, başarı, gelecek gibi dünyada aranan olgular etrafında seferber ediyor. Kapitalizmin tüketim toplumu etkili oluyor. Alış veriş merkezleri, yeni yaşam merkezleri. Şehirlerde mabetler yerine bu merkezler kalabalıkların odağı haline geliyor. Din, bu seküler realite karşısında geriliyor. Özellikle aktörleri, kurumları ve otoriteleri ile zayıflıyorlar.
Modern dünyada din, kutsal pozisyonuyla kan kaybediyor. Sosyolog Giddens’in dediği “hız ve haz” insanlar üzerinde etkili hale geliyor. Haz da tamamen beden, yemek, gezmek ve cinsellik etrafında yürüyor. Elbette materyalizm, pozitivizm ve sekülarizm gibi ideoloji ve akımlar da kitleleri etkiliyor. Bunlar dini inanışlar ve düşünceler yerine geçiyor.
Fakat modern dünyada insan maneviyattan uzaklaştıkça yeniden maneviyat arayışına yöneliyor. Çünkü insan doğasında maneviyat da yer almaktadır. Ruhsallık, insanın çok temel bir yönüdür. İnsan anlam arayışını maddelerden öte “manevi “alanlarla karşılamak ister. Sanat ve din burada önem taşımaktadır. Çünkü insanın ruhsal ihtiyacını karşılayacak estetik, metafizik ve anlam boyutlarını sanat ve din karşılayabilir. Elbette bir de spritüal akımlar… Nitekim günümüzde, özellikle tam maddeci ve kapitalist toplumlara ulaşan Batıda neo-spritüal akımların doğması dikkat çekicidir. Kilise ve kurumsal din itibarını kaybettikçe daha bireysel ve dayanışmacı grupsal ilişkileri yansıtan Yoga gibi akımlara yönelimler artıyor.
Bugün modern şartların, taleplerin ve bilincin özeliklerini dikkate alarak ortaya çıkan din anlayışları, canlılığını daha kolay sürdürebilmektedir. İnsanların ve toplumların ihtiyaç duyduğu anlamı ve maneviyatı karşılamak üzere çeşitli işlevlerini sürdürmeye devam ediyorlar. İnsan yalnızlık, yaşlılık, yabancılaşma gibi sorunlarla karşılaştıkça dinin anlamlandırma fonksiyonuna daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Din, bütün zamanlarda insanlar için anlam olmuştur ve çeşitli inanışlar ve ritüeller ile katkı vermiştir. Modern zamanlarda da bütün yaşananlarla beraber buna devam etmektedir.