09-03-2025 16:46:19

Prof.Dr. Erol Göka Yazdı: İnsan Varoluşu ve Oruç Üzerine

İbadetleri derin varoluşsal anlamlarından koparıp basit işlevlerle açıklamaya kalkmanın sakıncaları olabilir. Mesela orucun en önemli işlevini, “tokun açın halinden anlaması” diye sunuyor, her nedense en çok “orucun tıbbi faydaları” üzerinde duruyoruz..
Prof.Dr. Erol Göka Yazdı: İnsan Varoluşu ve Oruç Üzerine

 

Prof.Dr. Erol Göka / Sağlık Bilimleri Üniversitesi                       

İbadetleri derin varoluşsal anlamlarından koparıp basit işlevlerle açıklamaya kalkmanın sakıncaları olabilir. Mesela orucun en önemli işlevini, “tokun açın halinden anlaması” diye sunuyor, her nedense en çok “orucun tıbbi faydaları” üzerinde duruyoruz. Oruç tutanlar, ibadetin hikmetlerini böyle görünür işlevselliklerle anlatınca, ibadetlerle aralarında mesafe bulunan bazıları da orucu kendisine zarar verecek şekle aç susuz kalmayla, oruçlu insanın psikolojisini “mazoşist doyum”la açıklama gafletine düşüyorlar. İbadetler, gündelik hayatın olağan seyrine bir mola, ara vermedir. Ara veririz çünkü bu sayede insan olma kaderinin bize yüklediği gerçeklerle yüzleşme fırsatı yakalarız.

Dünya hayatına ibadet sırasında bir nebze olsun ara veren, parantez açan insan, içine battığı narsisizmden, benlik davasından kurtulma imkânı bulur. En yüksek eşitlik haline ibadet sırasındaki kulluk bilinciyle ulaşılır. İnsan kardeşlerimizle esastan bir farkımız olmadığını idrak ettikçe bu kez sahiden yükseliriz. Hayata ve insanlara bakışımız köklü bir biçimde değişir. “Yaratılmışların en şereflisiyim ben. Bakma sen çamurdan yaratıldığıma, Yaratıcının ruhuyla aynı ruhtanım” deme şansına kavuşuruz. İbadet sırasında gündelik hayatın işleyişine verilen bu mola, oruçta çok belirgin.

Oruç, temel arzulara bir ara veriştir. İnsan olduğunu söyleyen herkesi, yaşadığı zilletten, kahır ve ıstıraptan, varoluşun trajik konumundan birden bire böyle göklere yükseltiverdiği içindir ki, milyonlara insan oruç ayını bekler, Ramazanı sevinçle karşılar.

İbadetlerin insana ve topluma “huzur” verme işlevinden de sıkça bahsedilir. “Huzur” sözüyle bir iç-barış, bir zihin dinginliği hali kast edilir. Psikolojiden biraz anlayan birisi olarak bu sözlerdeki maksadı elbette fark ediyorum ama biraz abarttığımızı sanıyorum. Böyle bir “nirvana” hali bilebildiğim kadarıyla Müslümanların inandıkları dinde değil de Doğu dinlerinde ya da Hıristiyanlığın ve Museviliğin oldukça Bâtıni yorumlarında bulunabilir.

Biz Müslümanlar, insanın “korku ve umut arasında” olduğuna, dünya hayatının sürekli mücadele edilmesi gereken bir oyun ve eğlence cerbezesiyle üstümüze geldiğine inanırız. “Huzur”u dinginlik değil, Yaratıcının karşısında bulunma hali olarak anlarız. Hayat mücadeledir. Oruçlu insan da sürekli mücadele halindedir. Arzuların gemlenmesi içindir bu mücadele.

Orucun hedefi olan gemlenmesi, yalnızca yeme-içme zamanının ayarlanması, cinsel davranışa sınır konulması olarak anlaşılmamalıdır. Dürtülerimize, ilişkilerimize bir çekidüzen vermek zorunda olduğumuzu, her şeyi isteyemeyeceğimizi, her istediğimizi istediğimiz zaman gerçekleşemeyeceğini anlamayı da kapsar. Hayvanların içgüdüleriyle, insiyaki olarak biçimlendirdikleri davranışlarını; insanların, özgür iradeleri ile özenle şekillendirmesidir arzuların gemlenmesi…

Ramazan; insan olmamızın ancak kendimizi diğer insanlardan üstün görmeyerek ve toplumun ihtiyaçlarının, yardımlaşma ve dayanışmanın bireysel çıkarlarımızdan daha önde gelmesiyle mümkün olabileceğini anlatmaya çalışan bir zaman dilimidir. Böyle bir zaman dilimindeki manevi iklimde insanı yücelten, insanlaştıran tüm özellikler görünür hale gelir.

O yüzden her bitmiş oruç günü, her iftar; büyük bir insanlık zaferi, nefsin insanlıktan çıkarıcı isteklerine boyun eğmeyecek bir irade gücüne sahip olduğumuz gerçeğinin alkışlanmasıdır. İnsanlar olarak birbirimizden asıl ayrım noktamızın “takva” olduğu, tek bir bedenin değişik azalarıymışçasına çabalamamız gerektiği bilincidir.

Hepimiz şu veya bu biçimde eski Ramazanları özleriz. Bu özlem kelimenin tam anlamıyla nostaljidir, bir daha dönemeyeceğimiz sılamıza duyduğumuz hasret gibidir. “Eski günler, şimdilerde giderek bayağılaşan ve ağırlaşan günlerden çok daha iyiydi” ya da “biz büyüdük, kirlendi dünya!” diye düşünülür. En geriye dönüp bakmayanlarımız, gözlerini geleceğe dikmiş olanlarımız bile, bu nostaljiden paylarını düşeni alır. Hepimiz, Marcel Proust gibi “yitik zamanın peşinde”yizdir çünkü.

Yaşanmış zaman, bir bakıma ömrümüzden uçup gittiği için, yitirilmişin yerine konulamaz hasreti, giderek derinlere gömülen çocukluğumuz içimizi dağlar durur. Çocukluğumuz; hatırlamakta zorlandığımız, bazılarından artık hiç eser kalmamış eski mekânlar, tadı damağımızda kalmış oyunlar, tanıdıklarımız, değişik vakitlerde her biri ayrı ayrı burnumuzda tüten sınıf ve mahalle arkadaşlarımız, çoğu artık dünya hayatından ebedi âleme göçmüş büyüklerimiz, bizim sadece bizim olan, bizden kimsenin alamayacağı hatıralarımız…

Dini inancı olmayanlar bile Ramazan’ın gelişini ve gidişini diğer zamanlardan farklı yaşarlar, onların da maneviyatlarında Ramazan bir biçimde yerini alır. Zira her Ramazan, benzer biçimlerde gelerek ve bir ay boyunca birbirinin tıpkısı tekrarlarla hafıza arşivimizdeki tüm güzel anıları canlandırır.

İftarlar eski iftarları, sahurlar eski sahurları aklımıza getirir. Ramazan’ın hemen her insanı mahzunlaştırması, zihnimizin zamanın telafisi imkânsız kayboluşuna ve özellikle çocukluğumuza kayıp gitmesi nedeniyledir.

Bizi doğrudan doğruya eski günlerin, çocukluğumuzun kucağına atmasının haricinde, yitip giden ömrün psikolojimizdeki etkisinin en belirgin tekrarlandığı bir ay olmasına ilave olarak Ramazan’ın sosyal hayatımızı alabildiğine etkileyen bir yönü daha var. Bu yön, Ramazan ayının adeta yalnızlığa imkân vermeyecek ölçüde sosyallik halesi ile çevrili oluşuyla alakalı…

Ramazan, özellikle topyekûn huşu içinde beklenen iftar sofraları, cami önü muhabbetleri ve idrakimizin yoksula, muhtaca, hastaya, darda kalana, maveraya dikkat kesilmesiyle, bir kalbimiz olduğunu ve onu Hakka yöneltmemiz gerektiğini her zamankinden daha fazla hissetmemiz nedeniyle de farklı.

Evet, oruç tutsun tutmasın, Müslüman bir beldede herkes için geçerli bu tespitim. Ramazan sadece zamanı değil, insan ilişkilerini de kendi rengine boyuyor. Daha çok insanlaştığımız o hallerimizi, insanların o hallerini daha kolayca hatırlıyoruz.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 39 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI