Prof. Dr. Hüsamettin İnaç / Kütahya Dumlupınar Üniversitesi
471 gün devam eden, yüz binden fazla sivilin hayatın kaybetmesine, bir o kadarının yaralanmasına ve iki milyon insanın evlerini kaybederek yerinden edilmesine yol açan soykırım, nihayet ulaşılan bir ateşkesle sonlanma noktasına doğru ilerliyor. Ortaya çıkan vahim tabloyu en veciz biçimde Avrupa Birliği Dış Politika eski Komiseri Josep Borrel tasvir ediyor: “Eskiden Gazze bir açık hava hapishanesiydi, şimdi İsrail barbarlığıyla bir açık hava mezarlığına dönüştü”. Ne var ki bu mezarlığa dönüşen kıyı şeridini istikrar kavuşturmak için üzerinde anlaşılan ateşkesin oldukça kırılgan olduğu ve kendi içinde farklı müzakereler içiren karmaşık bir süreci bünyesinde barındırdığı da biliniyor. Buna ilaveten ateşkesin tarafı olan Netanyahu ve savaş kabinesinin hiçbir ahlaki sorumluluk taşımayan profili, ahde vefa konusunda ciddi ve yaygın kuşkuları da beraberinde getiriyor.
Öte yandan daha ateşkes netleşmeden yaşananlar, söz konusu savaş kabinesinin ateşkesin altına imza koyma hususunda ne denli gönülsüz olduklarını ortaya koyuyor. Hamas’ın ilk etapta teslim edilecek üç rehinenin ismini teknik sorunlar nedeniyle geç iletmesi, 19 Ocak günü 9.15 sularında yürürlüğe girecek olan anlaşmayı yaklaşık üç saat geciktirdiği gibi, yaklaşık yirmi dört Gazzeliyi hayattan koparan cani İsrail saldırılanı sürdürmesi için bir gerekçeye dönüşüyor.
İşin acı tarafı, Katar Başbakanı Sani’nin de ifade ettiği gibi, söz konusu anlaşmaya Aralık 2023 tarihinde ulaşılmış olması… Başka bir ifadeyle on üç ay önce varılan anlaşma, siyasi iradeyle taçlandırılmış olsaydı bugün on binlerce insan hayatta olacaktı. Nitekim bugün ateşkesi sahiplenen bir önceki ABD Başkanı Joe Biden ve ekibi, bilinçli olarak İsrail soykırımının önünü açarak ve en gelişmiş silahlarla cinayet şebekesini donatarak İsrail’in sistematik bir biçimde sürdürdüğü katliama ortak olmayı tercih etti.
Hiç kuşkusuz varılan uzlaşmanın arkasındaki güç, Trump’tır. Trump’ın emlak zengini Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff çalışmanın yasak olduğu bir Şabat günü (11 Ocak) Netanyahu’ya giderek son derece gergin bir görüşme yapmak suretiyle - Biden’a kafa tutan - bu katili masaya oturmaya ikna etmiştir. Bunun üzerine Mısır ve Katar’ın da yer aldığı Doha’da hareketlenme yaşanmış ve 17 Ocak itibarıyla ateşkes tüm dünyaya deklare edilmiştir. Ateşkesin yönetileceği ve izleneceği karargah ise Mısır’da teşkil edilmiştir.
Ateşkes metni kabaca irdelendiğinde metnin üç aşamalı bir çözüm paketini ihtiva ettiği görülecektir. Buna göre ilk aşama 42 gün sürecek ve bu zaman diliminde haftalık periyotlar halinde İsrailli 33 sivil İsrailli rehine peyderpey serbest bırakılacaktır. Bu esnada İsrail, Netzarim ve Philadelphi koridorlarındaki mevcudiyetini devam ettirecektir. Buna ilaveten Gazzelilerin kendi topraklarında dolaşım serbestisi mümkün olacak, güvenli bölge olduğu için güneye ve Refah’a itilen güruh kuzeyde yer alan evlerine dönebilecektir. İkinci ve üçüncü aşamalar sekteye uğramadan itmam edilirse 7 Ekim öncesi statükoya dönüş temin edilmiş olacaktır.
Yerleşim alanlarından çıkarılan ve binaları yıkılan Gazzelilerin tek sorunu güvenlikten ibaret değildir. Tatbik edilen acımasız ve katı ambargo nedeniyle açlık ve gıda kıtlığı da ölümlerin en önemli nedenlerinden birisidir. Bu sebeple 19 Ocak tarihinden itibaren günlük altı yüz civarında yiyecek taşıyan tır ve yakıt taşıyan elli kamyonun bölgeye girmesi de bu anlaşmayla karara bağlanmıştır.
Kuşkusuz varılan anlaşmanın İsrail özelinde, bölgesel ve küresel çapta jeopolitik neticeleri olacaktır. Zira 19 Ocak 2025, tarihe jeopolitik bir dönüm noktası olarak geçecektir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki savaşın devamı ya da barışın tesisi hususlarında İsrail toplumu ortadan ikiye ayrılmış durumdadır. Öyle ki Netanyahu ve savaş kabinesi dâhil olmak üzere Siyonist, köktenci ve radikal İsrailliler, Gazze ve Batı Şeria’nın tamamının işgal ve ilhak edilerek bu coğrafyanın tüm kontrolünün İsrail elinde toplanması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu kategoriye giren Yahudiler, Filistin’in Filistinlilerden arındırılarak Filistin diye bir devletin tamamen ortadan kaldırılmasını arzulamakla kalmamakta, kendi teopolitik hedeflerine bir an önce kavuşmayı hedeflemektedirler. Öyle ki arz-ı mevud (vaat edilmiş topraklar) ve Tanrı’yı kıyamete zorlama (Armageddon) umdelerinden hareketle bu gözü dönmüş güruh, içinde Türkiye’nin depreme maruz kalan on bir ili de dâhil olmak üzere Suriye, Lübnan, Irak, Mısır, Yemen ve Suudi Arabistan’la İran’ın bir kısmını behemehal gasp etme motivasyonuna sahiptir.
Bu anlayışın bir uzantısı olarak söz konusu kesimin siyasi temsilcileri olan Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar ben Gvir, anlaşma deklare edilir edilmez iki bakanıyla birlikte istifa etmiştir. Diğer radikal/faşist figür Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, ateşkesin birinci aşamasından sonra savaşa kaldığı yerden devam edileceği ve Batı Şeria’nın da tamamen yerleşimci denilen gaspçılara açılacağı sözünü bizzat Netanyahu’dan aldığı iddiasıyla ekürisiyle benzer adımları atmayı ertelemiştir.
Öte yandan 7 Ekimin hemen akabinde soykırımı başlatırken ortaya koyduğu siyasi ve operasyonel hedeflerin hiçbirisini gerçekleştiremeyen ve dolayısıyla Hamas’ı bitiremeyen, Gazze’yi hâkimiyet altına alamayan, tünellere giremeyen ve rehineleri kurtaramayan Başbakan Benjamin Netanyahu’yu bundan sonra zor günler beklemektedir. En başta Hamas’ın 7 Ekim operasyonun istihbaratını önceden alıp tedbir geliştirmemekle itham edilen Netanyahu’nun, karısıyla birlikte irtikâp ettikleri yolsuzluk davaları ve Anayasayı değiştirerek tüm yetkileri elinde toplama istikametinde ilerlettiği diktatörlük arayışları nedeniyle başı belada görünmektedir.
Ateşkesin bölgesel anlamda yarattığı jeopolitik tesirler ise şayanı dikkattir. Bir kere yukarıdan beri sayıp döktüğümüz sebeplerden dolayı İsrail’in büyük bir hezimete uğradığı konusunda bir konsensüs /uzlaşı mevcuttur. Bölgedeki gelişmeler İsrail’in menfaatlerine aykırı bir seyir izlemektedir. Öyle ki İsrail’in bölgedeki en büyük müttefiki ve her attığı şer adımına zımni ve dolaylı yoldan destek veren İran, milis güçleriyle birlikte bölgeden tedricen temizlenmektedir. Buna ilaveten Esed rejimine destek vererek yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan İran’ın vekil gücü (proxy) Hizbullah ve şer ekseni (sözde direniş ekseni) ciddi anlamda güç kaybetmiştir. Bu sayede Suriyeliler, egemen ve toprak bütünlüğüne sahip yeni bir Suriye inşa edebilecek imkân ve kabiliyete kavuşmuşlardır. Kuşkusuz devrimle kurulan yeni Suriye, İsrail’e tehdit oluşturacak bir aktör olarak küllerinden yeniden doğmaktadır.
Bu gelişmenin bir sonucu olarak Türkiye ile savunma ve güvenlik anlaşmasını behemehal imzalaması beklenen Suriye hükümeti, Golan tepeleri başta olmak üzere İsrail’in gasp ve işgal ettiği topraklarını geri alabilecektir. Trump’ın da ifadesiyle Suriye’nin anahtarını ele geçiren Türkiye, gelişen savunma sanayisinin de katkısıyla İsrail barbarlığını durdurabilecek ve bölgenin mazlum ve mağdur halklarının sahip oldukları haklarının savunulması hususunda garantör olabilecek tek bölgesel küresel güç olarak tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Ortaya çıkan bu güçlü irade, İsrail’in maşası konumundaki PKK ve PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG ve SDG’yi bitirecek kararlılığa da sahiptir. Bu büyük çaplı değişim ve dönüşüm sayesinde 1982 yılında deklare edilen Oded Yinon raporu ve 2004’te dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in ilan ettiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tarihin tozlu raflarına kaldırılmış durumdadır.
Son olarak küresel anlamda bu ateşkesin yansımalara baktığımızda İsrail’in dünya kamuoyunda “soykırımcı” yaftasıyla yaftalandığına şahit olmaktayız. Öyle ki irtikâp ettiği insanlığa karşı sistematik suçlarla dünyadaki makul ve aklıselim sahibi insan kitlelerinin nefretini üzerinde toplayan İsrail, gittikçe dışlanan ve marjinelleştirilen bir ur haline dönüşmüştür. Bu nefret ve öfke öyle büyük bir çığ haline gelmiştir ki Trump yönetimi bile köhnemiş Netanyahu zihniyetine sahip çıkabilecek takati kendinde bulamamaktadır. Avrupa, Rusya ve Çin’le uğraşmak ve kendi iç zıtlıklarına çözüm aramakla mükellef olan ABD’nin yeni patronu Trump, Ortadoğu’yu Türkiye’ye terk etmekten başka bir çözüm bulamayacaktır.