30-09-2024 01:00:00

Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Bülbülü Öldürmek…

İmmanuel Kant’a göre insanı diğer canlılardan ayıran asıl özelliği onun ahlak ve hukuka yönelmiş olmasıdır...
Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Bülbülü Öldürmek…

 

*Prof. Dr. Mazhar Bağlı

İmmanuel Kant’a göre insanı diğer canlılardan ayıran asıl özelliği onun ahlak ve hukuka yönelmiş olmasıdır. İnsan hem değer üreten bir varlıktır hem de hukuk tesis eden ortak bir akıl paydasında buluşabilen vicdani bir duyguya sahiptir. Hukuk her farklı toplumsal pratiğin ortak paydasında bulunan biricik değerdir. Hukuk ise ancak adil bir terazi ile tecelli edebilir. Onun uygulayıcıları bu terazide bir yanıltmaya veya hileye başvuracak bir niyet sahibi dahi olamazlar ve bunun için de adalet tanrıçasının gözleri bağlıdır. Huzura gelenin hiçbir kişisel özelliği ile ilgilenmez. Bilmek de istemez. Elinde tuttuğu teraziyi, hiçbir hile-hurda olmadığını herkese gösterircesine kendi bedeninden bile uzak tutar.

İnsan oğlunun hemcinsine beslediği şiddet duygusunun sistematik bir hale gelmesini veya bir yönetim projesine dönüşmesini engelleyen evrensel güç “hukuktur”.

Malum, liberallere göre devlet, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bir “canavardır” ve onu ehlileştirecek ya da kontrol edecek olan da hukuktur, adalettir. Hukukun standartlaşmadığı bir iklimde hiç kimsenin herhangi bir güvencesi olamaz. Hiç kimsenin hayat garantisi de yoktur. Can ve mal güvenliğinin, şeref ve haysiyeti korumanın biricik yolu adaleti tesis etmektir.

Semavi dinlere inananların toplumsal ve doğal afetlerle ilgili klişeleşmiş olan “günah çoğalınca ve tanrıya karşı isyanlar artınca felaketlerin yaşandığına” dair var olan önyargılı inançlarına büyük İslam alimi İmam Gazali itiraz eder. Ona göre esas idarede adalet yok olunca felaketler yağmur gibi yağmaya başlar.

Bugün dünyadaki güçlü devletlerin en belirgin vasıfları kendi iç sistemlerinde standart bir hukukun işleyişini tesis etmiş olmalarıdır. Esasında medeniyetlerin de rekabet üstünlük alanı hukuka ilişkin tesis ettikleri örnek değerler sistemidir. Kim daha adil ise o daha medeni ve soylu olandır. Kendi iç sistemlerinde adaleti tesis edemeyenlerin dış aktörlere adalet dayatması boş bir uğraştır.

Batı ülkeleri her ne kadar dış politikada son derece çifte standartlı ve iki yüzlü bir politika izliyorlarsa da iç işleyişlerinde tesis ettikleri “adil düzen” onları dünyanın egemeni haline getirmiştir.

Bu konuda ki en ilginç örnek ülke ABD’dir. ABD, kendi içinde vatandaşlarına son derece güven telkin eden bir hukuk sistemi tesis ettiği için dünyaya kafa tutabiliyor. Dış politikadaki tüm pervasızlıklarını gölgeleyen bir hukuk sistemine sahiptirler.

Onların bu düzeni nasıl tesis ettikleri ve aynı zamanda da hukukun nasıl işlediğinin en çarpıcı hikayelerinden birisi de Bülbülü Öldürmek adlı sinema filminde anlatılmıştır.

Zaten dikkat edilirse pek çok Holywood sinemasının filmlerinde en dikkat çekici sahne mahkeme salonudur. Adaletin nasıl tecelli ettiğine ilişkin mizansenler her zaman en popüler ve ağırlıklı konulardır. En lirik konuşmalar burada yapılır. En derin felsefi analizler o kürsülerde yapılır. Vatandaşların işleyen hukuka olan güvenlerinin tesis edilmesi sağlanmadan ülkenin iç çatışma sorunları ve dahi egemenlik sorununun çözülemeyeceğinin şifreleridir aynı zamanda bu sahneler.

İşte bu şifrelerin tamamını içeren en çarpıcı filmlerden birisidir “Bülbülü Öldürmek”. Harper Lee’nin Toa Mackingbird adlı Politzer ödüllü romanından Robert Mulligan tarafından 1962 senesinde sinemaya uyarlanmıştır. Bu film, o gün bugündür tüm zamanların en iyi on filminden birisidir ve Amerika Kongre Kütüphanesinde bulundurulan nadir filmlerden de birisidir.

Filmin iki temel konusu vardır. Uzlaşma ve adalet/hukuk. Uzlaşmanın sağlanmasına giden yolun üzerindeki temel parametreler bir çocuk ile babası arasındaki diyalogla işlenir. Okula gitmeden önce babasından okuma yazmayı öğrenen kız, okulun ilk gününde öğretmenden azar işitince bir daha okula gitmemeye karar verir. Baba kızını okula göndermeye ikna etmek için uğraşırken ona uzlaşmadan bahseder.

Sonra baba kızına sorar, uzlaşma nedir?

Kız, “kanunu saptırmak mı?” der o da şöyle cevap verir: “Eğer sana öğreteceğim numarayı öğrenirsen her türlü insanla çok daha iyi geçinebilirsin. Bir insanı gerçekten anlamanın yolu dünyayı onun gözüyle görmektir. Onun derisinin içine girip dolaşmaktır… Sen okula gitmenin gerekli olduğunu kabul edersin ve biz de yine her akşam yaptığımız gibi okumaya devam ederiz….” der.

Avukat olan baba, aynı zamanda kendi onuru ile adil olma arasında da ontolojik bir varoluşsal zorunluluk bağ olduğunu söyler çocuklarına. Kasabada tecavüzle suçlanan bir siyahiyi (zenciyi) savunan baba, kızının bir zenciyi neden savunuyorsun sorusuna “Eğer onu savunmazsam kasabada başım dik gezemezdim” der ve ekler, “size söyleyeceğim sözlerimin de bir anlamı olmazdı.”

Tecavüzle suçlanan “masum zencinin” yargılandığı mahkemede avukat jüriye hitaben bir konuşma yapar.

“Bu dava duruşma aşamasına hiç gelmemeliydi. Devlet, Tom Rominson’a (zenciye) atfedilen suçu işlendiğine dair tek bir tıbbi kanıt bile gösteremedi. Şimdi baylar bu ülkede mahkemelerimiz büyük eşitleyici kurallardır. Mahkemelerimizin huzurunda tüm insanlar eşittir. Ben mahkemelerimizin ve jüri sistemimizin dürüstlüğüne inandığım için bir idealist değilim. Bu benim için bir ideal değildir. Bu yaşayan, işleyen bir gerçektir. Baylar! Tanrı adına görevinizi yapın ve bu masum adamı ailesinin yanına gönderin.” der ve tabi jüri gerekeni yapar ve adamı suçlu bulur.

Bir manifesto niteliğinde olan bu konuşma bile jürinin önyargılı fikrini değiştirmeye yetmez ve zenci adam hiçbir maddi delil olmadan sadece etnik kökeninden dolayı suçlu bulunur ve mahkum edilir.

Hakim jürinin işini bitirdiğini söyleyip salonu terk eder ve salon boşalır. Ama zenciler hala salonda, kendilerine ayrılan locadadırlar. Adaletin tecelli etmesini inatla beklercesine salondan ayrılmazlar. Adaletin geri gelmesini beklerler sanki. Ama nafile. İlk önce hakim ayrılır mahkeme salonundan ardından jüri üyeleri ve daha sonra da dinleyiciler. Avukat en son kişidir salonu terk eden.

Zenciler avukatın çıkışını beklerler. Avukat geçerken herkes ayağa kalkar. Zenci rahiple birlikte mahkemeyi izleyen avukatın kızı, mahkeme sırasında rahibin kucağında uyuklar ve yere oturur. Uyuyakalmıştır. Avukat geçerken rahip kıza seslenir “Bayan Jean Louise, bayan Jean Louise ayağa kalkın. Babanız geçiyor.”

Bu mahkumiyet aynı zamanda zencinin yaşamının da sonu olur. Adaletin tecelli etmemesinin vermiş olduğu umutsuzlukla nakil esnasında kaçmaya çalışır. Çılgınlar gibi koşarken gardiyanlar sözde hedef şaşırarak onu vurarak öldürürler. Temyize gitmeyi düşünen avukat tam bir hayal kırıklığı yaşar.

Mahkemede sadece adalete ve onun evrensel kurallarına sadık kalan avukatın takındığı tavrın adil olma durumuna karşı uyandırdığı saygınlığın sağladığı gönülden bağlılığın somutlaşmış halini görüp avukatın önünde ayağa kalkmamak ve onun saygınlığının önünde eğilmemek mümkün mü?

Bizim ülkemizde de insanların devletle ve işleyen sistemle birçok sorunu olduğu hepimizin malumu. Bu sorunların çözümünde hakemin hukuk olması gerektiğinden de kuşku yok sanırım. Bunun için hepimizin hukuk ortak paydasında buluşup gözleri bağlı olan adalet tanrıçasının önünde saygıyla eğilmeliyiz. Adalet etnik kördür. Kılıcı keskindir.

Rivayet bu ya, bir gün üstat Konfüçyüs, seyahat esnasında yıkık bir duvar dibinde yaşlı bir kadının ağladığını görür. Gözleri kan çanağına dönmüş kadına sokulur ve niçin ağladığını sorar. Kadın, büyük emeklerle büyüttüğü biricik ciğerparesi olan oğlunu aslanların yediğini söyler. O da oturur kadınla ağlar. Biraz sonra kadına der ki ağlamanın ne sana ne de onun geri gelmesine bir faydası yok gel birlikte dua edelim tanrı sana bir erkek çocuk daha verir belki. Kadın bu teklifi kabul eder ve birlikte dua ederler. Uzun bir zaman aradan geçtikten sonra üstad yine oradan geçerken aynı kadının yine ağladığını görür. Yine ona sokulur ve nedenini sorar. Kadın, bir oğlum daha oldu onu da aslanlar yedi der.

Konfüçyüs oturur kadınla yine ağlamaya başlar. Bu kez daha uzun süre ağlaşırlar. Bir süre sonra tekrar kadına aynı şeyi teklif eder ve yine birlikte dua ederler ve oradan ayrılır.

Epey bir süre sonra yine aynı kadının aynı yerde ağladığını görünce hayretle yanına yaklaşır ve sorar, bu kez ne oldu?

Kadın üçüncü oğlumu da aslanlar parçaladı deyince o da sinirli bir şekilde kadına söylenir, “niçin buradan göç etmiyorsun?”

Kadın cevap verir:

“Çünkü burada adil bir kral vardır.”

*Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 767 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI