31-12-2024 08:21:52

Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Modernizm: Dünyevileşme ve Bireyleşme

Her ne kadar modernleşmenin altını kazıdığımızda ta antik dönemlere, hatta Aristo’ya kadar uzanan bir “bilgi arkeolojisi” karşımıza çıksa da...
Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Modernizm: Dünyevileşme ve Bireyleşme

 

Prof.Dr. Mazhar Bağlı / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Her ne kadar modernleşmenin altını kazıdığımızda ta antik dönemlere, hatta Aristo’ya kadar uzanan bir “bilgi arkeolojisi” karşımıza çıksa da onun bugün elde bulunan somutlaşmış yansıması dünyevileşmek ve bireyselleşmektir.

Dünyevileşmek, kavramsal olarak öte dünyaya/ahirete yönelik niyetler ve amaçlar taşıyan ibadet ve ritüellerin kutsal olan/manevi içeriklerinin asıl anlamını kaybetmesi demektir. Dini ritüellerin form olarak varlıklarını sürdürmeleri ama içeriklerinin buharlaşması demektir. M. Weber’ın ifadesi ile dini ritüellerin formunu koruması fakat içerdiği anlamı kaybetmesidir. Aslında ona göre ekonomik ahlaki kural koyan “bu dünya dinleri” (ki ona göre dinler ikiye ayrılırlar; “öte dünya dinleri”, yani ekonomiye dair hiçbir kural vaaz etmeyen vicdani/ruhani dinler ve “bu dünya dinleri” yani ekonomik kural vaaz eden dinler) için dünyevileşmek kaçınılmaz bir sondur.

İkinci alan bireyselleşme ise, bireyin kutsal olanın karşısında kendi konumunu bizzat kendisinin belirlemesidir. Her ne kadar bu ifade insanın özgürlüğüne ilişkin çok rahatlatıcı bir alana işaret etse de bireyin sınırsız bir özgürlük sahibi olması aynı zamanda narsizm düzeyinde bir kişiliğin oluşma potansiyelini de içinde barındıran bir öznenin oluşmasına neden olabilir. Ki bu durum bireyin kendi değerlerini kendisi oluşturması ve bunun da terminatör (yok edici) bir nihilizme yol açması demektir.

Bundan dolayı da her ne kadar kavram zahiren özgür ve kendi kendisine yetebilen bir özne olarak bireyi işaret ediyorsa da esasında modern dünyadaki bireyselleşme, özgün bir kişilik sahibi olmak anlamına gelmiyor maalesef. Kendi kendisine yetebilen ve aklı ile elde ettiği kazanımlarla dünyayı şekillendiren, anlamlandıran ve aynı zamanda da ona hükmeden yarı tanrısal bir güç sahibi olarak bireylerden bahsedilmektedir. Birey, bu kimliğini ve kazanımlarını “tanrı ile giriştiği mücadele” sonucunda elde etmiş olmasından dolayı da yeryüzünde kendi kişisel kaprisleri ile inşa ettiği değerlerden başka hiç bir otorite ve kutsal tanımayacaktır. Onun için son derece mağrur ve buyurgandır. Her şeyin kriteri bizzat kendisi ve aklıdır. Adaletin, merhametin, vidanın ve inancın tek referansı bizzat kendi aklıdır. Şimdilerde ise bu tanrısal kudret sahibi olma durumu “yeni bir cins kadın” bireyciliği üzerinden şekillenmektedir ki aynı zamanda bu süje, akıl, sezgi ve deney ile birlikte bilginin ezeli ve ebedi kaynağı olarak da görülmektedir. Bu yeni cins, esasında bir cinsiyet üzerinden de şekillenmemektedir. Modernleşmenin temel kriterlerinden birisinin de “toplumsal cinsiyet” fikrinin koşulsuz kabul edilmesi de bu çerçevede görülmesi gerekir. Tamamen biyolojik, anatomik ve tıbbi bir konu olmasına rağmen bu konu dahi cari olan paradigmanın buyurduğu eksende, siyasi-politik çerçevede inşa edilmiştir.

Modern birey özgürdür diye bir cümle kurulduğunda çoğu zaman bu ifadenin insanlık ailesine, yani her iki cinse de işaret ettiği düşünülür veya varsayılır ama bu doğru bir okuma değildir zira burada asıl işaret edilen “cins” kadındır. Ki modernizmin en büyük çıktısı olarak günümüzün uygar/batı dünyasının insan olma ön koşulu olarak da bu alan dikkate alınır hep. Herhangi bir sosyolojik yapıyı modernist mi geleneksel mi, ilerici mi gerici mi, özgür mü değil mi değerlendirmesinin ilk somut alanı kadın bedeni olmasının başka bir izahı yoktur. Batı dünyasının öteki ile olan ilişkisinin ilk kriterinin bu alan olmasını sırf hümanist kaygılarla olduğunu söyleyecek bir muhatabın şimdilerde yürütülen kanlı operasyonlardan dolayı en azından yüzü kızaracaktır sanırım.

Bir başka ifade ile her ne kadar modern birey ifadesi; kendi kararlarını kendisi verebilme, ona boyun eğdiren bütün boyunduruklardan kendi gücü ile kurtulabilme, hayatının rotasını ve anlamını kendi aklı ve başarısı ile çizebilme, kudret ve başarısını gösteren aktörlere işaret etse de bu kişi esasında bir kadındır, bireyler değildir. Modernleşmenin tüm tezlerinin kadının statüsü ve özgürlüğü üzerinden şekillenmesi de bir tesadüf değildir. Modern birey denildiği zaman ilk akla gelen imgesel kişilik kadındır. Ki bu durum da kadını toplumdan bağımsız bir birey haline getirmektedir. Toplumdan bağımsız olmak demek kendi başına bir aktör olmanın ötesinde esasında aile denilen kurumun belirleyici etkisinden ve biçtiği rollerden kurtulup kendi kendisine rol biçmek demektir.

Kişinin kendisine ait yeni roller üretmesine giden yolda kadın önemli bir alan olarak görülmektedir. Az önce de vurgulandığı gibi zaten modernizm, bütün dünyada ilk önce kadın bedeni ve kıyafeti üzerinden okunan bir değişimdir.

Dünyevileşmeye gelince, modern dünyada insanoğlu dünyayı anlamlandırma çabasında karşısına çıkan tüm gizemlerin ve sırların sahibi olan metafiziği (tanrıyı) bertaraf ederek işe başladı. Dünyanın büyüsünü bozdu. Bu işin başarılmasıyla da Tanrı dünyadan tamamen kovuldu. “Tanrısız” bir dünya, somut verimlilikler elde edeceğimiz iktisadi bir tarlaya dönüştü. Ekonomik “tarlada” (dünyada) adaletin yerini işletme ve yönetimim/egemenliğin işleyişi aldı.

Tanrı ile girişilen savaşı kazanan insanlık, dini ritüelleri de dünyevileştirdi, dönüştürdü.

Burada bir hatırlatma yapmak isterim ki her ne kadar M. Weber ekonomik ahlaki kural koyan bütün dinlerin dünyevileşeceğini iddia etse de bu tez İslam dini için son derece tartışmalıdır. Çünkü İslam dini, ekonomik ahlaki kuralları da “ruhani/vicdani” bir çerçeveye oturtur. Zekat ve sadakanın asıl işlevi ekonomik sistemin işleyişine ilişkin bir işlev için değil, aksine uhrevi bir amaca matuftur. Ekonominin işleyişinin altında da uhrevi bir amaç vardır. Müslümanın gayesi öte dünyadır her daim.

Modernleşme birçok sosyal bilimcinin de işaret ettiği gibi artık kültürel bir konu veya coğrafi bir hareket değildir. Global bir dönüşüm sürecidir. Tanımı bile kendi kendisi ile yapılabilen “yüce bir söylemsel paradigmadır”. Geleneksel olanı bile bugün modernizm ile tanımlıyoruz. Geleneksel olan nedir, modernist olmayandır gibi.

Ez cümle bugün modernizmin ve modern paradigmanın bir çok yansımalarından, etkilerinden ve içeriklerinden bahsedilebilir ama sosyolojik alandaki en çarpıcı somut yansımaları bana göre dünyevileşme ve bireyselleşmedir.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, birçok fonksiyonu aynı anda gören ve diğer toplumsal kurumlarla da sağlıklı bir ilişkinin kurulmasında öncü bir rolü olan aile, bir başka ifade ile kişilerin tarih boyunca neredeyse tek güvenli sığınağı olan bu güvenli liman, modernleşme sonucunda artık yok olmak üzeredir. Onun varlığını ortadan kaldıran asıl şey ise, aile mahremiyetinin özellikle de kadınlık üzerinden faaş edilmesidir.

Hem zihinsel olarak hem de fiziki olarak kişinin kendisine mahrem bir alan oluşturması esasında antropolojik bir determinasyondur. Her ne kadar kişinin kendi başına buyruk bir varlık olma ayrıcalığına sahip olduğu iddiası dile getiriliyorsa da esasında onun kendisine ait hiçbir mahrem alanı kalmadı. Zihinsel olarak bile kişisel bir fikir sahibi olma ayrıcalığımızın kalmadığı bu dünyadaki bireyselleşme de son derece dikkat çekicidir.

Bireye özgün kişisel alanların oluşturulması ve aynı zamanda ona modernleşme karşısında görece bir direnme mevzisi sunabileceği tüm alanlar hızlıca kamusallaştı. Her şeyin kamuya ait olduğu bir dünyada bir kişinin özgün bir birey olması büyük bir paradoks değil mi sizce de?

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 427 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI