Prof.Dr. Mazhar Bağlı / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
İnsanların inandıkları inançlarına akli gerekçeler araması yeni bir merak değildir. İnsanlara ilahi buyrukları vaaz eden peygamberlere en çok sorulan sorulardan birisi muhtemelen bu konu, ibadetlerin hikmetinin ne olduğudur. İnsan canıyla, malıyla ve bedeniyle yaptığı fedakarlığın hikmetini doğal olarak merak eder.
Dönemsel olarak ibadetlerin sebebi hikmetine dair çeşitli nedenlere işaret edildiğini biliyoruz ama en kalıcı olan tez, insanın bu dünyada ki varlığının bir sınama olduğudur. Burası bir imtihan dünyası. Belki de çoğu zaman nedenini bilmediğimiz veya bilemeyeceğimiz ilahi emirlere uyup uymamakla da imtihan ediliyoruz.
Ramazan, bedensel ve toplumsal faydadan ziyade ruhsal ve manevi atmosferle çok daha yakından ilgilidir.
Bundan dolayı da özellikle ramazan ayında zuhur edip ve daha çok kendilerince onun hikmetine işaret etmek için onun toplumsal ve bedensel faydalarını sıralayanları tebessümle karşılarım. Tutarsız bir mantık zincirine verilebilecek belki de en ilginç örneklerden birisidir.
Eğer bize emredilen bu ibadet herhangi bir maddi fayda sağlamasaydı biz oruç tutmayacak mıydık? Neredeyse konuyu getirip oruç-fayda ilişkisine bağlayanlar bile oluyor.
Elbette onun sağladığı bedensel ve ruhsal faydalar var ama bana göre en büyük hikmeti “toplumdaki inanç değerlerine ve toplumsal kurumlara kaynaklık eden İslami ahlakı beslemektir”, bunların zaman karşısındaki aşınmasını durdurmaktır.
Hangi yüksek değerlerdir bunlar; Vahiy/Kuranı Kerim ile iletişim ve Hz. Peygamber sevgisi. Denilebilir ki İslam’ın özünü bu iki konu teşkil eder. Allah ile iletişimden kastım ibadettir. Hz. Peygamber sevgisinden kastım ise Müslümanların inançlarından istihraç ettiği ve norm haline getirdikleri toplumsal kural ve kurumlardır.
Bu iki alandaki aşınmalar dünyevileşmenin ve aynı zamanda da yozlaşmanın kapısını aralıyorlar. Ramazanda girilen itikaf, zamanın ibadet üzerindeki törpüleyici gücünü azaltmak ve onu tekrar deruni bir zemine oturtmaktır. Her işlenen günah, bireyin gönlündeki ibadetin konumunu sarsmış veya zayıflatmış olur ve bunu da ancak itikaf ile tekrar ait olması gereken konuma oturtulabilir.
Bizim içine doğduğumuz coğrafyadaki İslam medeniyetinin en ayrıcalıklı özelliği Hz. Peygamber sevgisidir. Onunla şekillenen bir medeniyettir Anadolu İslam’ı. Ülkemizde, neredeyse her ailenin ilk erkek çocuğunun ya adı ya önadı ya da ikinci adı efendimizin isimlerinden birisidir. Elbette tüm dünyadaki Müslümanlar efendimizi seviyorlar ki onun kutlu yolundan yürüyorlar ama kişisel gözlemim bizim memlekette, özellikle de Osmanlı döneminde peygamber sevgisi başka bir şeydir.
Bu sevginin tezahürlerinden birisi de Mevlid-i Şeriftir. Benim çocukluğumdaki ramazanların vazgeçilmeziydi. Hatta çoğu zaman ona özgü rutin bir ibadet olduğunu zannederdim. Sıcak yaz günlerinde, iftara doğru evin damında kurulan sofranın başında, iftarı beklerken okunan Mevlid-i Şerifi büyük bir huşu ile dinleyen yaşlı amcaların efendimizin doğuşunu müjdeleyen bölüme gelince ayağa kalkıp, ellerini bağlayarak yaşlı gözlerle “Merhaba ey Ali Sultan Merhaba” deyişleri hala kulaklarımda yankılanır her ramazanda.
Ramazan orucu için eğer bir “hikmet” aranacaksa bence bu iki konuya ilişkin kurumsallaşmış temel dini geleneklerimize bakmak daha doğru bir yol olacaktır.
Benim Yüksek Lisans ve doktora hocam Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın esas uzmanlık alanı İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenmesiydi. Ondan edindiğim bilgiye göre her ibadetin bir hikmeti var ancak bu çoğu zaman bizim düşündüğümüz ve bildiğimizden farklıdır. Dini buyruklar daha çok adil ve vicdanlı bir sosyolojinin temellerinin atılmasına giden yolda onurlu bireyler inşa etmektir ve her bir ibadetin bu hikmetini bilmek sanıldığı kadar da kolay değildir. Ama tüm inananlar için ortak kanaat, sorgusuz teslimiyettir. Oruç bu teslimiyetin en önemli göstergelerinden birisidir.
Ez cümle benim için Ramazan, yukarda andığım “iletişim ve sevgi” konularına bağlı olarak şekillenen kurumsal yapıların canlanması ve görünür olmasıdır. Ki benim büyüdüğüm iklimde bunların en somut pratikleri itikaf ve mevlitti.
Bundan dolayı da benim için ramazan sadece oruç değildir. Aynı zamanda bir dinin kurumsallaşmış yapısının işlevsel mekanizmalarına dokunmaktır. Rahmete dokunmaktır, metafiziğe yaklaşmaktır.
Oruç tutmaktan maksat yağan rahmetin altında durmaksa eğer onun yağacağı mekanı ve anı kollamak lazım. Bu konuda herhangi bir bilgim yok, sadece hissiyatımı paylaşmak isterim. Bana göre rahmetin yağdığı “mekanlar” inananların “yaradanı rahmete icbar” ettiği yerlerdir. Camilerdir, itikaf hücreleridir, toplum iftar sofralarıdır.
Rahmetin yağdığı an için de bir ip ucu vereyim, bir hadis-i kutsi de Allahu Teala, açlıktan ve susuzluktan bitap düşmüş, dudakları kurumuş kurdukları sofranın başında oturup hiçbir şeye dokunmadan huşu ile iftar vaktini, ezanı bekleyen müminleri meleklere işaret ederek sorar, ne görüyorsunuz? Onlar da senin rızan için ve emrine itaat ederek oruç tutan ve vaktin dolmasını bekleyen kullarınızı görüyoruz derler. Ve O da meleklere emreder, sofra başında sadece benim rızamı gözeterek oruç tutan ve iftar için bekleyen bu kullarıma rahmetimi yağmur gibi yağdırın…