28-11-2024 14:02:08 Son Güncelleme: 28-11-2024 14:09:08

Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Taşranın Merkezileşmesi

Taşralılık, her ne kadar doğrudan mekânsal bir konuma işaret etse de esasında bir düşünce ve davranış biçimidir. Hayata bakış tarzının adıdır taşralılık...
Prof.Dr. Mazhar Bağlı Yazdı: Taşranın Merkezileşmesi

 

Prof.Dr. Mazhar Bağlı / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Taşralılık, her ne kadar doğrudan mekânsal bir konuma işaret etse de esasında bir düşünce ve davranış biçimidir. Hayata bakış tarzının adıdır taşralılık zira taşralılık mekanla mukayyet bir durum değildir. Medeniyetten ve düşünce dünyasından uzak olmaktır.

Her nasıl tanımlarsak tanımlayalım taşralılık belki de gündelik hayat sosyolojisinde en çok kullanılan temel kavramlardan birisidir. Sosyolojinin öznesi olarak var olan olgu/yapı ta antik dönemlerden bu yana toplum ve topluluk şeklinde bir ayrıma tabi tutulmuştur. Bu kategorik şablon halen de sosyologların elindeki en önemli görme biçimlerinden birisidir. İbn-i Haldun’dan Tönnies’e Şerif Mardin’den Karl Marx’a kadar pek çok sosyal bilimcinin yaptığı Bedevi/Hadari, Gemeinschaft/ Gesellschaft Merkez/Periferi, Proleterya/Burjuva ayrımlarının tamamı “taşra ve merkez” kavramsallaştırması şemsiyesi altında görülebilirler.

Bu iki farklı kategoriyi birbirinden ayıran esas konu ise ilişki biçimi, yönetim anlayışı ve benlik duygu durumudur. Öteki ile olan ilişki, yönetimin dayandığı temel ilkeler ve dayanışma ruhu bu iki kategoriyi birbirinden ayıran temel özelliklerdir.

Kişi kendi başına özgüvenle hayata tutunmayı göze alamadığı durumlarda kendisine dayanaklar ve güvenceler arar ve bu konuda en çarpıcı olan referans ise onun birincil ilişkiler geliştirmiş olduğu yakın çevresidir.

Ben ve biz duygusuna tekabül eden sosyolojik bir ayrımdan bahsediyoruz. Biz duygusu taşralılığı, ben duygusu merkezi temsil eder. Kişilerin kendi başlarına hayata tutunabilecek bir özgüvene sahip olmaları kolay değil.

Nitekim Anadolu’da, özellikle 1950’lerde, tarımdaki makineleşme ile birlikte köyden kente doğru gerçekleşen göçlerin sonucunda meydana gelen gecekondulaşma ve gettolaşmayı da bu bağlamda görebiliriz. Her göç eden kendi akvaryumunda kalmak istedi. Her göç eden kendi yakın akraba ya da köylülerinin olduğu mahalleye gelip yerleşti. Bu klasik anlamda periferinin merkeze doğru hareketi olarak kimi zaman yorumlansa da bugün metropollerde karşılaştığımız kimi “kır soylu” tutum ve davranışların çokluğu bu tezin aksini göstermektedir. Taşra merkezileşmedi, merkezler koca birer taşraya dönüştüler.

Ne var ki halen de hem merkezi hükümetin hem de tüm yerel yönetimlerin temel politikaları bunu desteklemektedir.

Bizden başka dünyanın hiçbir yerinde resmi ideoloji tarafından köylülüğün kutsandığı başka bir ülke var mı sahiden bilmiyorum. Her ne kadar çoğu zaman bu slogan emeğin kutsanması şeklinde yorumlansa da uygulama açısından bu tarz bir resmi politika hiç var olmadı. Aksine toplumun inancında mündemiç olan “emeğin kutsanması”, kapitalizmi destekleyen bir konu olarak gösterilmeye çalışıldı.

Ez cümle bizim ülkedeki tüm göç dalgalarının kendine özgü koşullarının olması dolayısıyla periferiden merkeze gidenler, yeni bir sosyolojik atmosfere dahil olmak yerine kendi eski sosyolojik durumlarını yanında merkeze taşıdılar. Periferinin merkeze yürüyüşü; yeni bir sanatsal üretim, estetik bir ruh ve güçlü bir yönetim yapılanmasını doğurmadı.

Birçok eleştirmene göre her ne kadar bu göç dalgalarının asıl sebebi olarak tarımda makineleşmeye işaret edilse de bizimdeki göç, multi faktöryeldir ve doğal olarak da batı toplumlarından farklı bir “sanayi toplumu” oluşturdu.

Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse, Avrupa’da görülen tarımda makineleşme sonucunda işsiz kalan köylüler, şehirlere göç ettiğinde eski yaşamlarından çok daha yüksek standartlı bir hayat sahibi oldular. Biz de ise köyden kente göç edenlerin çok azı, kimi göz açık müteahhitler ile acar emlakçılar daha yüksek standartlarda bir yaşama dahil oldular.

Zira ülkedeki ekonominin asıl aktörü hep kamu otoritesi oldu ve bu imkanın paylaşımı da hep onun kontrolünde kaldı. Bundan dolayı da zenginleşme serbest piyasa üzerinden değil, siyaset ile olan ilişkiler üzerinden inşa edildi.

Gettolaşma, gecekondulaşma, cemaatleşme ve nihayetinde sanayi dışı (kentsel tutum ve davranışlardan uzak bir işleyişe sahip olan bir dizi başka) zenginleşme alanları gelişti.

“Biz” duygusunun hep egemen olduğu gruplar kendilerini güvende hissetmek için de bizden olanlarla aynı sosyolojik çizginin içinde kalmak zorunda hissettiler kendilerini ve bu duygunun neden olduğu en çarpıcı olgulardan birisi de hemşeri dernekleridir.

Esasında bunlar göç edilen asıl memleketteki mekanı ve sosyolojiyi geliştirme amacına matuf olarak teşekkül etmelerine rağmen ne var ki şehirlileşmeyi engelleyen bir fonksiyon icra ettiler, ediyorlar.

Bu durum artık lokal siyaseti de aşan bir duruma gelmiştir. Bu Türkiye’deki taşralılığın merkezileşmesidir. Taşranın dönüşüp gelip yeni bir merkez kurması değildir.

İbn-i Haldun’un tezini çürüten bir durum var karşımızda bugün, taşranın merkeze doğru olan yürüyüşü durmadı evet ama merkeze yerleşen taşra da yeni bir merkez olamadı. Taşralılık merkeze taşınmış oldu. Merkez ise kabuğuna çekildi ve dünyasını değiştirmeyi bekliyor.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 284 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI