11-11-2024 00:38:24 Son Güncelleme: 11-11-2024 00:42:24

Prof. Dr. Murat Ercan Yazdı: Bölgesel Nükleer Gerilimler ve Uluslararası Güvenlik

Bölgesel nükleer gerilimler, küresel güvenlik ortamını doğrudan etkileyen ve dünya barışını tehdit eden karmaşık bir sorundur. Nükleer silahların sahip olduğu yıkıcı güç, bu silahların kullanımı halinde bölgesel çatışmaların küresel bir felakete dönüşme riskini beraberinde getirmektedir....
Prof. Dr. Murat Ercan Yazdı: Bölgesel Nükleer Gerilimler ve Uluslararası Güvenlik

 

Prof. Dr. Murat Ercan / Eskişehir Anadolu Üniversitesi

Bölgesel nükleer gerilimler, küresel güvenlik ortamını doğrudan etkileyen ve dünya barışını tehdit eden karmaşık bir sorundur. Nükleer silahların sahip olduğu yıkıcı güç, bu silahların kullanımı halinde bölgesel çatışmaların küresel bir felakete dönüşme riskini beraberinde getirmektedir. Bu risk, özellikle Orta Doğu, Güney Asya ve Doğu Asya gibi hassas bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu bölgelerdeki devletler, güvenliklerini sağlamak ve stratejik konumlarını güçlendirmek amacıyla nükleer silahlanma arayışına girerken, küresel güçler de bu gerilimleri kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu durum, bölgesel nükleer caydırıcılık stratejilerini karmaşık bir uluslararası güvenlik sorunu haline getirmektedir. Uluslararası güvenlik konusunun kendisi de küresel toplumun karşılaştığı çeşitli tehditlerin ve zorlukların etkili bir şekilde ele alınmasını gerektiren karmaşık bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, uluslararası örgütlerin önemli bir rol oynadığı açık bir gerçektir. Uluslararası örgütler, çatışmaların çözülmesinde, barışın korunmasında, küresel iş birliğinin teşvik edilmesinde ve güvenlik normlarının oluşturulmasında kritik bir işlev üstlenmektedir. Uluslararası örgütlerin üstlendiği bu kritik görevin tam anlamıyla uygulama alanı bulduğunu söylemek günümüz dünyasında zor gibi durmaktadır. Nükleer gerilimlerin dışında uluslararası güvenlik alanındaki yeni tehditler, örneğin siber güvenlik, yapay zeka ve çevresel sorunlar gibi konular, bu örgütlerin rolünü daha da önemli hale getirmektedir. Son yıllarda, küresel sağlık krizleri, çevresel bozulma ve siber tehditler gibi geleneksel olmayan güvenlik tehditlerinin ön plana çıkması, uluslararası güvenliğin daha geniş bir çerçevede ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu tehditlerin etkileri, sadece sağlık ve çevre alanlarını değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasi yapıları da tehdit etmektedir. COVID-19 gibi salgınlar, küresel iş birliği gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sererken, siber güvenlik ve yapay zeka gibi teknolojik sorunlar da hükümetleri yeni güvenlik stratejileri geliştirmeye zorlamaktadır.

Tüm bunlarla birlikte bölgesel nükleer silahlanma, caydırıcılık teorisi çerçevesinde savunulabilir olsa da bu caydırıcılığın istikrar sağlayıcı bir unsur olmaktan ziyade, çatışma potansiyelini artıran bir etken olduğu görülmektedir. Hindistan ve Pakistan arasındaki nükleer güç dengesi buna örnektir. Keşmir gibi uzun süreli anlaşmazlıklar, bu iki nükleer gücün karşı karşıya gelmesi halinde yalnızca konvansiyonel bir çatışmayla sınırlı kalmayacak bir nükleer kriz potansiyeli taşımaktadır. Güney Asya’da bir nükleer çatışma olasılığı, bölgesel istikrarsızlığın ötesinde küresel düzeyde insani ve çevresel felaket yaratacak sonuçlara yol açabilir. Benzer bir şekilde, Kuzey Kore’nin nükleer programı da bölgedeki diğer ülkeler için sürekli bir güvenlik tehdidi oluşturmakta ve ABD, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin askeri iş birliğini güçlendirmelerine neden olmaktadır. Bu durum, Asya-Pasifik’te Çin’i dengeleme stratejisiyle birleştiğinde, bölgedeki güvenlik dinamiklerini daha karmaşık bir hale getirmektedir.

 

Orta Doğu’da ise nükleer gerilimlerin başını İran’ın nükleer programı çekmektedir. İran’ın nükleer bir güç olarak ortaya çıkma olasılığı, İsrail ve Suudi Arabistan gibi bölgedeki diğer ülkeleri güvenlik önlemlerini artırmaya itmekte ve ABD’nin bu bölgedeki askeri varlığını sürekli kılmaktadır. İran’ın nükleer silah geliştirme olasılığı, bölgedeki güvenlik dengesini doğrudan tehdit etmekte, bu durum da İsrail’in mevcut nükleer kapasitesini korumasına yönelik caydırıcı adımlar atmasını zorunlu hale getirmektedir. Orta Doğu’da bir nükleer silahlanma yarışı, zaten istikrarsız olan bu bölgede güvenlik krizlerinin daha da derinleşmesine neden olabilir.

Bölgesel nükleer gerilimler sadece yerel düzeyde değil, büyük güçler arasındaki stratejik rekabet bağlamında da ele alınmalıdır. ABD, Çin ve Rusya gibi küresel güçler, bölgesel nükleer gelişmeleri yakından takip etmekte ve bu gerilimlerden kendi stratejik çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalışmaktadır. Örneğin, ABD’nin Asya-Pasifik’te Kuzey Kore tehdidine karşı müttefikleriyle askeri iş birliğini artırması, Çin’in bölgedeki etkisini sınırlamayı amaçlayan bir stratejik hamle olarak değerlendirilmektedir. Benzer şekilde, Rusya’nın İran ile olan ilişkileri, ABD’nin Orta Doğu’daki etkisini dengelemek adına sürdürdüğü bir politikadır. Bu tür bölgesel nükleer gerilimler, küresel güçlerin stratejik dengelerini yeniden şekillendirme çabalarını tetiklemekte ve uluslararası güvenlik ortamını daha da karmaşık hale getirmektedir. Geleneksel askeri tehdit olarak nitelendirilebilecek olan nükleer gerilimlerin yanı sıra ekonomik, çevresel ve sosyal faktörleri de göz önünde bulundurarak güvenliğin bütüncül bir güvenlik yaklaşımı ile ele alınmasını da beraberinde getirmektedir. Avrupa Birliği'nin bu alandaki çabaları, tüm güvenlik boyutlarının bir arada düşünülmesini savunan çok yönlü bir yaklaşımı örnek teşkil etmektedir. Ayrıca, sürdürülebilir güvenlik paradigması gibi yeni yaklaşımlar da ulusal ve uluslararası güvenliği nükleer gerilimlerle birlikte çevresel ve sosyo-ekonomik faktörlerle bütünleştirerek, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir güvenlik ortamı yaratmayı hedeflemektedir.

 

Son olarak, bölgesel nükleer gerilimlerin, ortaya çıkan yeni güvenlik tehditlerinin yanı sıra uluslararası güvenlik için sürekli bir tehdit oluşturmaya devam etmekte olduğu söylenebilir. Nihayetinde bu gerilimler, yalnızca yerel çatışmaları değil, aynı zamanda büyük güçlerin stratejik çıkarlarını da etkilemekte ve uluslararası arenada daha geniş çaplı bir güvenlik sorunu yaratmaktadır. Bu nedenle, bölgesel nükleer silahlanma ve gerilimlerin önlenmesi, uluslararası iş birliği ve silahsızlanma çabalarını güçlendirmeyi gerektirmektedir. Büyük resimde ise uluslararası güvenlik, devletler arası iş birliği, bölgesel ve küresel düzeydeki örgütlerin koordinasyonu, nükleer silahlanmanın ve yeni tehditlerin yönetilmesi ve geleneksel güvenlik anlayışlarının ötesine geçilmesiyle sağlanabilir. Nükleer silahların caydırıcı rolü, bu silahların kullanımının yaratacağı felaket riskini ortadan kaldırmamaktadır. Uluslararası toplum, nükleer silahlanma konusundaki kontrol ve denetim mekanizmalarını daha etkin hale getirerek, bölgesel gerilimlerin küresel bir krize dönüşme riskini azaltmak zorundadır. Aksi takdirde, nükleer silahların yayılması ve bu silahların kullanılma olasılığı, gelecekteki çatışmaların yıkıcı sonuçlar doğurmasına yol açabilir. Bu doğrultuda, unutulmaması gereken en önemli hususlardan biri de gerek bölgesel gerek ulusal gerekse uluslararası güvenliğin nükleer silahlanma gibi sadece askeri unsurlardan ibaret olmadığı, aynı zamanda ekonomik, siyasi, sosyal ve çevresel boyutları kapsayan bir alan olduğu kabul edilmelidir.

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 353 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI