Prof.Dr. Mustafa KARA / İlahiyatçı-Akademisyen
Niksar’lı Dost Ali Sobacı’ya
*
Şair..
Halk Edebiyatı şairi
Divan Edebiyatı şairi
Tasavvuf Edebiyatı şairi
Aşık Edebiyatı şairi
Saz şairi
Halk Ozanı
…
Konuları gruplara, kategorilere ayırarak anlatmak bir gelenek haline geldi. Bu, bazan kolaylık sağlıyorsa da bazan derdimizi anlatmak için yeterli ol(a)mıyor. Karacaoğlan halk ozanı, Nedim Divan edebiyatı, Yunus da tekke edebiyatı şairi olsun. Peki Erzurum’lu Emrah’ı nasıl tarif edeceksiniz? Hangi gurupta ele alıp inceleyeceksiniz?
Hece vezni ile yazdığı gibi aruz vezniyle de derdini ummana dökmüş, âsumâna inlemiş..
Âşık tarzının temsilcisi olarak diyar diyar dolaşan bir şair olduğu gibi Nakşibendiyye tarikatının mütevazi bir dervişi olarak da tekkede kendi kozasını örmüş, halini haldaşlarına hal diliyle anlatmış, İstanbul’da Âşıklar Cemiyeti’nin reisliğini dahi yapmış. Şimdi bu zatı tarif ederken ne diyeceksiniz? Hangi sınıflama ile tarif edeceksiniz, değerlendirmelerinizi hangi ölçüye göre yapacaksınız?
Cevap zor.
İki asır önce yaşamış olan Emrah’ın şiirleri bize kadar gelmiş. Fakat hayatı hakkında yeterli bilgi/belge gelmemiş. Doğum tarihi de ölüm tarihi de kesin olarak bilinmiyor. Erzurum’da doğan, Osmanlı topraklarını sazıyla, sözüyle ve sabrıyla adımlayan şairimiz Bayburt, Gümüşhane , Trabzon’dan, Sinop, Kastamonu, Çankırı, Konya, Niğde ve Sıvas’tan İstanbul’a kadar uzanmış Tokat’ın Niksar ilçesinde ruhunu sahibine teslim etmiş.
Şu beyitleri onun hayatının hangi gerçeklerine işaret ediyor dersiniz:
Sağ iken Emrâh seni fehmetmez erbâb-ı haset
Rihletinden sonra anlarlar kemâl-i rif’atin
*
Vâiz beni şair deyu ta’n eylemiş amma
Kör göz ki meğer kendinin isyanın bilmez
*
Söylesem derd-i dilim dermanım anlar var mıdır
Dil midir dilber midir imkânım anlar var mıdır
*
Hâl-i meyhaneden zannetme zâhit mest-i aşkım ben
Şarâb-ı mekteb-i şeriyyeden tâ mest-i meygûnum
*
Ehl-i hal olmaz şeriattan haberdâr olmayan
Zübde-i aşkı tarikatden haberdâr olmayan
Cumhuriyet döneminde onunla ilgili araştırma ve incelemelerde bulunanları, şiirlerinin bütününü veya bir kısmını yayınlayanları, dolayısıyla onun unutulmasına engel olanları da öncelikle -vefa borcu olarak- ismen analım:
Eflatun Cem Güney, Z.Fahri Fındıkoğlu , M.Fuat Köprülü , Murat Uraz , Vehbi Cem Aşkun ,Necati Turgut Göksel , Orhan Ural , Ali Berat Alptekin , Metin Karadağ, Eyup Akman , Nurettin Albayrak , Saim Sakaoğlu
Divan’ı son olarak Abdülkadir Erkal , 2014 yılında Ankara’da neşretti. Olcay Kocatürk’ün Erzurumlu Emrah’ı ise 2018’de basıldı.
Biz şimdilik geleneğe uyarak onun tevhid ve na’ti ile söze başlayalım ve devam edelim:
İlâhî, dilerim senden beni benden haberdâr et
Bana fazlınla nefsim bildirip gâh-ı esrâr et
İlahî, nur edip çeşmim kemâhi göster eşyayı
Beni bu nevm-i gafletten basiretle bîdâr et
Gider dilden bu hubb-i mâsivâyı ey Hudâvendâ
Senin ilhâm-ı eşkinle derûnum külli şerşâr et
Lisanım eyle câri her zaman tevhit zikreder
Hemişe zikr u fikrim lâ ile illâ’ya düçâr et
Senin kandil-i aşkınla yakıp bu şem’ine yâ Rab
Bu zulmet-i hangâh kalbimi nurunla envar et
Günahkârım veli estağfirullah tevbeler olsun
Şefiim ol Muhammed Hâmid u Mahmud-ı Muhtar et
Azizim rehberim şeyhim efendim hazret-i pirim
Ânın lezzât-ı aşkın bu dil-i cânımda izhâr et
Bizi hıfzeyle yâ Rab nefs-i mâr ile İblis’ten
İki âlemde tevfikin ile refik-i imanımız yâr et
Bu dergâhda ne denli var ise zümre-i ihvân
Kamusun bu tarik-i müstakim üstünde hemvar et
Fakir’in kemter-i muhtac-ı lütfun bîkes Emrâh’ı
Rızâ-i pâkine mazhar kılıp nâil-i didâr et
Peygamber Efendimiz ile ilgili Na’t-ı şerif ile devam edelim.
36 mısralık uzun bir müseddes şiirinin son satırları şöyle:
Oluptur illet-i isyana Emrah kemterin dûçâr
Kerem kıl yâ Kerim eczâ-yı lütfunla beni kurtar
Bi-hak Ka’be-i Zemzem bi’n-nur-i Ahmed-i Muhtar
Eğer kim cürmümü affeylemezsen ey ulu Gaffâr
Ne veçhile varam dergâhına yüzbin günahım var
Ümidim kesmezem senden Muhammed gibi Şâh’ım var
Divan’da doğrudan Hz. Peygamber’e hitabeden fenâ fi’r-resûl halinden işaretler taşıyan mısralar da var:
Yâ Resûlellah nice vasf etmesin eşya seni
Rahmet irsal eyledi âlemlere Mevlâ seni
Her nice medheylesem a’lâsın ondan yâ Resûl
Nûr-i zatından yaratmıştır Hudâ iclâ seni
Nâzil oldu şânına ta’zim için yüzdört kitap
Bilmeyenler bildiler ey hâce-i dânâ seni
Ahmedâ, mahluk değil Hâlik seninle fahreder
Ânın içun eylemiştir cümleden a’lâ seni
Yâ Habibellâh! Vassâfın senin Allah’dır
Nice medhetsin fakir Emrâh ya tâ seni
Üçüncü sırada tarikat piri var:
Nakşibendiyye tarikatının piri 1389 tarihinde Buhara’da vefat eden Bahauddin Nakşbend. Bu tarikatın Halidiyye kolu ise , 1827 yılında Şam’da vefat eden Hâlid Bağdâdî ile oluşmaya başlamıştır. Osmanlı muhitini derinden etkileyen günümüzde de müntesipleri var olan bir yol.
Ey keramet burcunun vehhâcı Şâh-ı Nakşbend
Kaddesellâhu’l-a’lâ ervâhı Şâh-ı Nakşibend
Müntehâ oldu seninle şâh-ı râh-ı Nakşibend
Ey şeriat râhının burhânı yâ Hâlid meded
Destgir olsun sana her demde Allâhussamed
Bilâl-i Habeşî’den Şeyh Şaban Veli’ye kadar dinî-tasavvufî hayatın başka büyükleri de onun
mısralarında yâdedilir. Bir Bektaşî dervişinin kabrini ziyaret ettiğinde hissettiklerini de bize aktarmış ve Ebced hesabı ile tarih düşürmüştür:
Ey gelen bu âşık-ı dildâre kabristanına
Oku birkaç Fatiha bahşet o zâtın cânına
Hacı Bektaş Veli dergâhının dervişidir
Şüphe var mı öyle Hünkâr’ın reh u erkânına
Zâtı bir didara yüz bin cân ile hayran idi
Ol sebepten eyledi teslim-i ruh cânânına
Çeşm-i seyrânla yatan kardaşa bak ta ibret al!
Âkıbet sen de ânın elbet girersin yanına
Bende cevher kilk ile Emrahı Sabri tarihin
Ruhu şâd olsun deyu yazdım felek divanına (1277)
Sıra saza geldi.
Gel meclise sofi hele bir dinle bu sazı
Fehm et ki bu sözün nedir Allah’a niyazı
Hak Hak çağırır telleri burdukça kulağın
Ârif olan anlar rumuz ile işbu sazı
Müfti anı fetva ile nehyeylemiş amma
Kadıya danıştım bugün ol verdi cevâzı
Peki şu mısralar size neyi ve kimi hatırlatıyor?
Gönül gurbet ele varma
Ya gelinir ya gelinmez
*
Hazâna ermeden bahar-ı ömrüm
Bir muhabbetnâme yaz bana gönder
*
El çek tabip el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
*
Ne feryâd edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
*
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun dedi ki yok yok