07-01-2025 23:27:04

Prof.Dr.Ömer Obuz Yazdı: Şehir Üzerine

Malumunuz medeniyet Arapça Medine (şehir)’den gelir. Şehir ise temelde teknik olarak insanları bir araya getiren büyük yerleşim merkezleri olarak...
Prof.Dr.Ömer Obuz Yazdı: Şehir Üzerine

 

Prof. Dr. Ömer OBUZ / Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Malumunuz medeniyet Arapça Medine (şehir)’den gelir. Şehir ise temelde teknik olarak insanları bir araya getiren büyük yerleşim merkezleri olarak düşünülebilir ama şehir şüphesiz bundan çok daha fazlasıdır. İnsanları belirli bir amaç doğrultusunda yanyana getiren şehirlerden beklentilerse benzerdir: Gürültüsüz sokaklar, temiz caddeler, dayanışma içerisinde olduğumuz insanlar ve hayatın idamesini sağlayacak ekonomik ve sosyal imkanlar. Bunun içerisinde geniş anlamıyla âdâb-ı muaşerete riayet şehirlerin olmazsa olmazıdır. Hasılı insanoğlunun beklentisi hoşgörünün ve yardımseverliğin egemen olduğu işlevsel şehirlerdir. Her devirde gelişim sürecine göre şehirlerin karakteristiği farklılaşsa da bahsettiğim istekler genellikle şehirlilerin beklentilerini oluşturur. Gelgelelim uygulamada işler sarpa sarar. Her türlü olumlu gelişmeye rağmen dünyanın pek çok yerinde şehirlere kaos hakim olur.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e şehirlerin seyri ve bütün dünyada yaşanan gelişmelerden etkilenme biçimi bu şekilde gerçekleşmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e modernleşme ve medenileşme arzusu arttıkça garip bir biçimde şehirleri, bir miktar abartarak söylemem gerekirse safi gösteriş ve görgüsüzlük ele geçirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun erken dönemlerinde cami, çarşı ve evlerin merkeze alındığı, bu yönüyle nispeten işlevsel ve sade ama elbette çeşitli yapısal sorunları da olan şehirlerden geçmiştekine nazaran kaçınılmaz olarak daha hareketli bir şehir kültürüne geçilir. Özellikle 19. asırda sanayileşmeyle birlikte türlü mekanlarla dolup taşan şehirler tecessüm eder. Işıltılı dükkanlar, temiz cadde ve sokaklarla teçhiz edilen modern şehirlerin bir karakteristiği de kargaşa olur. Zira sanayileşmeyle birlikte göçler artar, şehirler daha da büyür. Bu durum bir tür kartopu misali eskisinden daha çok çarpık yapılaşmaya, kavgalara, tahammülsüzlüğe, kirliliğe yol açar. Gerçekten de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e şehirlerin en büyük sorunlarından biri medeni şehirlerin inşa edilememiş ve dolayısıyla bir şehir kültürünün oluşturulamamış olmasıdır.  Düzensiz göçlerde birlikte şehirler estetikten yoksun ve işlevsiz halde yükselmiştir. Bu tarz şehirler haliyle şehirlileri de etkilemiştir zira şehir aynı zamanda insanın doğal olarak eğitildiği yerlerdir.

Uzun yıllar boyunca şehirli-taşralı arasındaki rekabet, hatta nefret aslında bahsettiğim gelişmelerin bir çıktısıdır. Taşradan büyük şehirlere göçenler, oranın ahalisi tarafından şehir kültürünü yozlaştırdığı gerekçesiyle eleştirilmişlerdir.  Bu durumun Osmanlı dönemine uzanan bir arka planı olduğunu hatırlattıktan sonra Erken Cumhuriyet Döneminde şehirli-taşralı arasındaki rekabetin sevimsiz bir rutin halini aldığı görülür. Vakıa taşradan gelenlerden kimileri bunu yaptıklarıyla biraz daha kışkırtmıştır. Sözgelimi İkinci Dünya Savaşı sırasında Hacı Ağalar olarak tanımlanan bir kesim stokçuluk yaparak zenginleşince İstanbul’a gelerek servetlerini haz arayışlarına meze etmişlerdi ki bu davranışları ve yaşam biçimleri İstanbul muharrirlerince sık sık alay konusu edilmişti.

Yine bu yıllarda İstanbul’a taşradan gelenlerin şehre ayak uyduramadıklarını iddia edenler 1945 yılında Saygısızlıkla Savaş Derneği adını verdikleri bir cemiyet kurmuşlardı. Amaçları şehir yaşamına uygun davranmayan insanları ikazla İstanbul’u medeni bir şehir yapmaktı. Ne ki İstanbul’u sözümona saygısızlardan korumayı amaçlasalar da insanlar sokaklara çöp atmaya devam etmişler, yerlere tükürme alışkanlığından vazgeçmemişler, toplu taşımalarda bağırarak konuşmayı sürdürmüşler, ağaçları kesmişler ve olmadık yerlerde başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmuşlardı.

Bir şehri medeni yapan söylediğim gibi şehrin yapısal olarak güzelliği ve işlevselliği kadar ahalisiydi. Her ikisi de birbirlerini karşılıklı etkiliyordu ama ortada adı kapitalizm olan büyük bir sorun vardı zira rekabet, güç ve para dışında bir gerçeklik kabul edilmediğinde şehirlilerin de kaygıları dönüşüyordu. Böylesine bir sistemde kabul edelim ki insanın kendi kalabilmesinin imkanı pek zordur. Vakıa şehir, biraz da insanın kendisi, benliğidir yoksa şairin, İ Özel’in dediği gibi;

 

“Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir

kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa

yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa

o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir.”

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 289 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI