23-12-2024 21:39:01 Son Güncelleme: 23-12-2024 22:50:01

Prof.Dr. Serhat Ulağlı Yazdı: Kültürel Emperyalizmin Kıskacında Milli Kültür

Daha adil ve barışçıl bir dünya inşasının önündeki en büyük engel, toplumların yönetme ve ele geçirme dürtüsüdür...
Prof.Dr. Serhat Ulağlı Yazdı: Kültürel Emperyalizmin Kıskacında Milli Kültür

 

Prof. Dr. Serhat ULAĞLI / Marmara Üniversitesi

 

Daha adil ve barışçıl bir dünya inşasının önündeki en büyük engel, toplumların yönetme ve ele geçirme dürtüsüdür. İnsandaki hükmetme ve yeni hâkimiyet alanları oluşturma dürtüsü var oldukça, tüm savaş ve çatışmaların nedeni olan etno-narsisizmin, yeni küresel sorunlara zemin hazırlayacağını tahmin etmek için psikotarih uzmanı olmaya gerek yoktur.

Hükmetme dürtüsünün kolektif bir davranışa dönüşmesi, tüm kitleyi kuşatacak, farklılıkları perdeleyip bireyleri tek bir ülkü etrafında birleştirecek ortak bir ideolojiden geçmektedir. Bu ortak ideoloji, toplum tarafından uzlaşı sağlanmış değerler üzerine inşa edilmekten ziyade, iktidarı elinde tutan egemen ideolojinin iletişim kanalları ve diğer aygıtlar aracılığıyla bireylere empoze edilmektedir. Adorno ve Horkheimer’ın sınırlarını çizdiği Frankfurt Okulu, egemen ideoloji tarafından üretilen öğretilerin zamanla kitlesel manipülasyona, toplumsal duyarsızlaşmaya, kolektif standardizasyona ve ileri dönemde total adaptasyona dönüşeceğini öngörmüştür. Bugün “küreselleşme” kavramı ile yumuşatılan bu süreç, aslında Frankfurt Okulu’nun işaret ettiği bir kültür hegemonyasıdır. Başka bir ifadeyle, emperyalist ideolojiye hizmet eden bir kültür inşasıdır.

Kültür hegemonyası, insanı kuşatan tüm sosyo-dinamik yapıların, egemen ideoloji tarafından üretilen “fiktif değerler” aracılığıyla toplumu birleştirme amacı taşıyan bir ideolojik manipülasyon sürecidir. Egemen ideoloji, kendi hegemonyasını kurmak için milli ve manevi duyarlılıklara ağırlık verirken, farklı kültürlerde aynı etkiyi sağlamak için toplumda karşılık bulabilecek evrensel imgeleri ve algıları üretir. Böylece, tüm kültürel farklılıkları ortadan kaldırıp “evrensel bir kültür” oluşturma çalışması adı altında aslında kendi ideolojisinin güçlenmesini sağlayacak adımlar atmaktadır.

Emperyalizm, kuşatılmamış olanı zapt etmek için üretilmiş bu kültürle, “hedonik açlık” mantığı çerçevesinde tüketimi teşvik ederken, yerli ve otantik tüm değerleri yok etmeye başlamıştır. İnsanlık, bu nedenle dijital bir emperyalizm salgını ile karşı karşıyadır. Bu tehlikeyi önceden sezmiş olan Walter Benjamin, uygarlığı temsil eden kültürel üretim sürecinin zamanla estetik ve sosyal kaygılardan uzaklaşıp, tamamen kapitalist sistemin bireyi tüketime teşvik eden haz duygusu üzerine şekilleneceğini öngörmüştür. Benjamin, bu sürecin kültürün artık tekelden yönetilip bir hegemonyanın etkisinde gelişeceğine işaret etmiştir.

Herbert Marcuse, “Tek Boyutlu İnsan” adlı eserinde, kitleyi hegemonya itaatine yöneltmenin ilk kuralının insanı yapay ihtiyaçlarla kuşatmak olduğunu belirtir. Günümüz toplumu, aslında ihtiyacı olmayan ancak kendisine dikte edilen değerler ve ütopik gerçekler için bir diğerini taklit etmeye yönelmiştir. Bu durum, Stuart Hall’un “küresel köy” teorisine giden yolu hazırlamıştır. Dijital dönüşüm, kendi anayasasını, normlarını ve sınırlarını belirlediği yeni bir yaşam alanı olarak coğrafi, etnik ve dini sınırları yok ederek, birbirini taklit eden ve haz kültürünün tutsağı bireyler üretmiştir.

Bu yeni kültürün bir diğer özelliği ise gerçeklik duygusunu kaybetmiş imgelemlerle tasavvur eden bireyler yaratmasıdır. Günümüz dünyasının tükenmişliğini önceden gören düşünürlerden Baudrillard, hiper-gerçekçilik ve simülasyon çağının habercisidir. Artık bir olgunun kendisi değil, onun üzerinden üretilen algının pazarlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Gerçek, sunulduğu ve algılanması istendiği şekilde lanse edilirken, tamamen kurgusal bir dünya inşa edilmiştir. Birey, analitik sorgulama yetisinden uzaklaşarak, kendisine verilen bilgilerle yalnızca istenilen kadar algılayabilen dijital bir alıcıya dönüşmüştür. Bu durum, egemen ideolojinin tasarladığı, sorgulamayan ve mutlak itaat eden bireylerden oluşan bir kitleyi beraberinde getirmiştir.

Günümüz toplumunun en büyük sorunlarından biri olan sosyal yalnızlık ve değer yoksunluğu, tüm dünyayı kuşatan bir kültür istilasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tüm ulusal, inançsal ve kişisel değerlerin yok olduğu bu süreçte, bireyler küresel hegemonyanın ürettiği imgelerle hapsedilmiş zihinlere dönüşmekte ve yaşadıkları topluma yabancılaşmaktadır. Küreselleşme söylemiyle özgün içeriklerin taklit hâline geldiği günümüzde, temel işlevi toplumu aydınlatmak olan kültürel üretimler, hedonik bir amaç uğruna tek bir merkezden yönetilmektedir. Sinema, tiyatro, edebiyat, müzik ve moda gibi sanatsal ve kültürel etkinlikler, toplumun ruhuna ayna tutma işlevini yitirmiş ve bir ideolojinin tutsağı hâline gelmiştir.

Modern iletişim araçları dışında, sanatsal ve kültürel eserler aracılığıyla da egemen ideoloji, kendi ilkeleri doğrultusunda bireyleri manipüle etmektedir. İnternetin keşfi ve erişiminin kolaylaşmasıyla birlikte, tüm dünyada temel değer ve yapılar değişmiştir. Klasik millet ve devlet anlayışı yerini kitlesel örgütlenmelere ve sosyal yapılanmalara bırakmıştır. Bu da devlet ve millet kavramlarını kökünden değiştirmiş, milli kimlik, milli irade ve kolektif duyarlılık gibi kavramların ortadan kalkmasına neden olmuştur. Dijital dünyanın sunduğu subliminal mesajlarla dünyanın her köşesindeki bireylerin aynı şekilde düşünmesi, davranması ve tepki vermesi sağlanmıştır.

Bu dijital göçün sosyolojik, kültürel ve ideolojik etkileri fazlasıyla hissedilmektedir. Milli ve manevi değerlerinden soyutlanmış bireylerin dünyanın farklı yerlerindeki insanlarla kurdukları dijital empati, milli deformasyona yol açmıştır. Kültürel hegemonya, günümüz iletişim teknolojileri aracılığıyla egemen ideolojinin mesajlarını tüm dünyaya iletmektedir. Sanat, edebiyat, kültür, moda, müzik, sinema, dizi ve spor gibi alanlar, bireyleri yaşadıkları toplumun sorunlarına karşı duyarsızlaştırmaktadır. Özellikle Amerikan sineması, dünya genelinde başlattığı kültürel etkiyle ciddi bir kültürel deformasyonu tetiklemiştir. Sosyal medya da küresel emperyalizmin modern istilasının en önemli araçlarından biridir. Japonya, Kore ve Çin gibi Batı kapitalizmine karşı direnen ülkelerdeki sosyal medya çılgınlığı, kültürel emperyalizmin oluşturduğu sistematik tehlikeyi gözler önüne sermektedir.

Bu süreçte, kitle iletişim araçlarının bilinçli ve eleştirel şekilde kullanılması, hegemonik söylemlerin sorgulanması ve medya politikalarının şeffaflık ve çeşitlilik ilkelerine dayanması, tek bir ideolojinin hâkimiyetini engellemek açısından kritik öneme sahiptir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için, eğitim politikalarının milli ve yerli kültür ekseninde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, eğitim kapsamı dışında kalan X ve Y kuşağına medya okuryazarlığı farkındalığı kazandırılmalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 332 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI