Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun

  İnsanlığın kültür tarihine bakıldığı zaman farklı coğrafya ve medeniyetlere mensup insanların birbirine benzemeyen yönleri olduğu gibi benzeyen taraflarının da bulunduğu hemen görülür. Bayramlar benzeyen unsurların başında yer alır. Kutlama şekilleri ve süreleri farklı olmakla birlikte her toplumun bayramı/bayramları vardır. Bazan din/inanç merkezli bazan o toplumla ilgili herhangi bir tarihî olaydan kaynaklanan özel günler, toplulukların […]

A+
A-

 

İnsanlığın kültür tarihine bakıldığı zaman farklı coğrafya ve medeniyetlere mensup insanların birbirine benzemeyen yönleri olduğu gibi benzeyen taraflarının da bulunduğu hemen görülür. Bayramlar benzeyen unsurların başında yer alır. Kutlama şekilleri ve süreleri farklı olmakla birlikte her toplumun bayramı/bayramları vardır. Bazan din/inanç merkezli bazan o toplumla ilgili herhangi bir tarihî olaydan kaynaklanan özel günler, toplulukların ortak tavır, sevinç ve heyecanlarına zemin hazırlar

Hz. Peygamber efendimizin yaşadığı günlerden itibaren İslâm toplumunda kutlanan en önemli iki bayramın Ramazan ve Kurban bayramı olduğu bilinmektedir. Müslümanların şen şakrak günleri olmakla birlikte dinî hassasiyetlerle kutlanan bu bayramlar “Âllah’a kulluk, kullara insanlık” ilkesiyle büyük küçük bütün toplumu etkisi altına alır ve onları benzer duygularda birleştirir, mutlulukları ziyadeleştirir.

İstiklâl marşı şairimiz Mehmet Akif’in 1911 yılında neşredilen Safahat’ın birinci kitabında yer alan uzun Bayram şiiri, bu özel günlerin coşku/şetâret dolu yönüne işaret eden şu beyit ile başlar:

 

Âfak bütün hande, cihan başka cihandır

Bayram ne kadar hoş, ne şetaretli zamandır.

 

Dinî hayatımızdaki eksik ve kusurları görebilmemiz için öncelikle bu konu üzerinde oturup ciddi olarak düşünmeli, otokritik yolunun üzerindeki engelleri bir bir kaldırmalıyız. İkinci olarak konu ile ilgili büyüklerimizin, dostlarımızın uyarılarına kulak vermeliyiz. Yakın çevremizi veya yaşamaya alıştığımız muhiti terketmek te bazan uyanmaya, silkinmeye sebep olabilir. Tasavvuf kültüründe gönül eğitiminin engellerinden bahsedilirken “ünsiyet perdesi” denen bir konu da gündeme gelir.. İnsanoğlu bazan içinde yaşadığı insanlarla o kadar çok içli dışlı olur ki bu ünsiyet, hatalarını görmesine engel olabilir. Sözkonusu çemberi kırmak için yakın çevreyi değiştirmek gerekebilir. Bu çıkmazı aşmak için mürşidi tarafından dervişe mekan değiştirmesi teklif edilir. Buna “seyahat vermek” denir.

Kur’an-ı mecid’in sık sık “yakın akraba” vurgusu yapması ana babaya hürmeti Allah’a kulluktan sonra ikinci sıraya koyması, sorunuzda yer alan kusurumuz açısından önem arz etmektedir. Çünkü ana baba başta olmak üzere yakın akraba ile ilişkileri -kendimizin çizdiği değil-Allah ve Resulünün çizdiği çerçevede götürmek büyük bir sabır, irade ve hassasiyeti gerektirmektedir. Bu mühim görevi ihmal ederek ikinci üçüncü derecedeki işlere mesai harcamak bir nevi “kaçış”tır. Kendi kendimizi aldatmadır. Dinî hayatımızın kemâl noktasına doğru emin adımlarla ilerlemesinin önündeki en büyük engellerden birinin bu olduğunu bilmeli ve gerekeni yapmalıyız.

Sevinç ve keder, Üzüntü ve mutluluk, korku ve umut hayatın iki kanadı. Birbirinden ayrılmaz adeta yapışık ikizler. Bazan büyük acılar bayramları zehir eder, bazan da büyük afet ve sıkıntılar cemali tecellilere kapı aralar. Dervişler bunu cemal-celal/gül-diken terimleriyle açıklarlar:

 

Cemali zahir olsa tiz celâli yakalar onu

Nerde bir gül açılsa yanında har olur peyda..

N. Mısrî.

 

Geçen seneki bayramlarımız 11 vilayetimizde meydana gelen deprem afetiyle birlikte yaşandı, bu sene de Gazze’deki/Suriye’deki kardeşlerimiz için içimiz kan ağlıyor. Deprem bize imar ve iskân konusunda, geçici dünyadaki geçici mekanlarımızın gereği gibi sağlam yapılması hakkında kalıcı bir ders ve şuur kazandırabildiyse bu o büyük dikenin yanındaki güldür. Ciğerimize batan Gazze dikeni müslüman toplumlara, içinde bulundukları perişanlıktan/tefrikadan kurtulmanın yoluna dair bilincimize güçlü bir mesaj verebildiyse onun da gülü odur. O zaman -gelecek için- diken gül olur, umutsuzluk umuda dönüşür. O zaman “celâl içre cemâl vardır” hikmetini tekrar edebiliriz.

Umut şairi Âkif şöyle sesleniyor:

 

“Bayram” diye ey kucaklaşan halk

İnsanları hangi kayt bağlar

Sen din ile pâyidâr olursun

Din gitti mi târümâr olursun!

 

Büyük sıkıntılar, savaşlar, depremler, afetler bize bir başka amel-i salih yolunu da açar: Anne babasını kaybeden yetim çocuklara bakmak, çocuklarını, eşlerini kaybeden yaşlılara göz kulak olmak. Bu hizmetler, Rahim ism-i şerifinin bizdeki tecellilerini açığa çıkarmalı, yaralar şefkatli ellerle sarılmalıdır. Bu sorumluluğumuz üçyüz altmışbeş gün devam etmeli, bayramlarda ise sözkonusu hassasiyetimizin en üst noktaya çıkması için birbirimizi dostça teşvik etmeliyiz..

Yetişkinlerle yetişmekte olanlar arasında her zaman ve her toplumda bir uyum problemi olagelmiştir. Yetişkin olanların bilgi ve tecrübeleri yetişmekte olanlarda yoktur. Bu normaldir. Yalnız bu bilgi ve tecrübenin genç nesillere nasıl ne zaman, ne kadar aktarılacağı meselesini çözmekte zorlanıyoruz. Daha önceki yıllara göre iletişim yollarının çeşitlenmesi dengeleri alt-üst etmekte ve çocukların-gençlerin yaşama çizgisini bizim bilmediğimiz, tanımadığımız çok farklı alanlara, yabancısı olduğumuz “liman”lara kaydırmaktadır. Anne babaların eskiye göre daha titiz ve dikkatli olmaları gerekmektedir. Diğer taraftan anne babanın -genellikle-iş hayatının içinde olmaları çocuklara ayrılan zamanı azaltmakta onları yeni aletlerin kulu- kölesi yapmaktadır. Kısa süreli de olsa bayram günlerini bir arada geçirmeli ve bazı aletlerin saldırılarından uzak bir şekilde, sıcak aile ortamını yakalamanın yollarını, çarelerini aramalıyız. Bu sahanın “usta”larının teklif ve tecrübelerine kulak kabartmalıyız. O zaman gönlümüzün aydınlığı, yaşama sevincimizi takviye etmeye başlıyacaktır:

 

Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede

Bi mehâbetli sabah oldu Süleymaniye’de

Y. K. Beyatlı

 

Sohbet ve yazılarımda “çağın üç büyük putu: Lat Menat, Uzza’sı” olarak anlattığım materyalist, kapitalist ve seküler kültür başımızın belasıdır. Maddeye, paraya ve dünyaya tapan bu “üçlü çete” hepimizi tüketim ejderhası haline getirmek için uzun zamandan beri bütün gücüyle çalışıp çabalamaktadır. Kara deniz ve havadaki kirlenmenin de esas sebebi budur. Bizim ejderhalığımızdır. Müsrif, egoist ve perişan halimizdir. Dünyayı kasıp kavuran bu kasırgaya kafa tutmak için yapmamız gereken ilk şey sade/doğal bir hayat yaşamaya talip olmaktır. Bunun için bakmamız gereken ilk yer-çok uzaklarda değil- evimizdeki elbise dolaplarımızdır. İçinde bulunduğumuz israfın derecesini orada net olarak görebiliriz. Bize kaç tane lazım, orada kaç tane var? Bize yanlış öğretildi, “bir hırka bir lokma” ifadesi işte bu söylediğim sadeliğe/doğallığa işaret etmektedir. Sormamız gereken soru şudur: Biz bu dünyaya birilerini zengin etmek için mi geldik?

Hırka ve lokmalarımızla zengin ettiğimiz yabancı firmaların desteğiyle alınan silahların nerelerde kime karşı kullandığını da son altı ay içinde bir defa daha çok yakından gördük. Ne demiş atalarımız: “Bir musibet bin nasihattan iyidir” Bundan daha büyük musibet olabilir mi?

Hastalıklarımızın ilacı belli: Azla yetinmek, muhtaçları gözetmek ve nimetlere şükretmek. Aksi halde denizler, müsilaj ile günahlarımızı yüzümüze çarpmaya devam edecektir. Gerçek anlamda sükür ile tanıştığımız zaman hayatımızın yürüyüş çizgisi değişmeye başlayacak, şukurle beraber secdelerimiz de derinlik kazanacaktır.

 

Arif Nihat Asya Şeker Bayramı başlıklı dörtlüğünde şöyle diyor:

 

Yalnız tat halinde ağızlarda mıyım?

Tekbir sabahıyım, sena akşamıyım

Herkes sevinip “geldi şeker bayramı “der

Bilmez ki şeker değil şükür bayramıyım

 

Size 65 yıllık bir hatıra nakledeyim. İlkokuldan sonra babamın yanında hafızlık yaptım.. Kutuz Hoca lakaplı Mehmet Kara, Güneyce beldesinin merkez camii imamı. Babamın hocası Hacı Memiş (Toprak) Efendi ise İkizdere ilçemizin müftüsü. Bayram vaazları her zaman ona ait. Çok tatlı bir sohbeti vardı. Sade, samimi ve derinlikli. Konular hep züht ve takva üzerine idi. Bugün de vird-i zebanım olan tesbihi o seher vaktinde ezberlemiştim: Sübhanellahi ve bihamdihi sübhânellahi’lazim ve bihamdihi estağfirullah” Bazan hüzünlenir ağlardı. Fakat o anda yüzünde öyle bir güzellik oluşurdu ki güldüğünü zannederdiniz. O muhteşem hali hiç unutamıyorum. Cami çıkışında elini öptüğümüzde yaptığı dua da ezberimdedir o gün bugün: Gaferellahü lenâ veleküm ecmain.

 Bu duaya cümlemiz diyelim âmin..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir