25-11-2024 11:17:42

Şair-Yazar Mustafa Muharrem Yazdı: Şamanın Aydınlaşması…Sözelliğin Metafizik İktidarında

‘Aydın’ köken sorununu ‘şaman’ portresini kendisine zımnen dayanak alarak çözmek istedi. Ancak, yaşamsal düzenleniş için sarkıtılmış bir şâkül olduğu gizini,,,
Şair-Yazar Mustafa Muharrem Yazdı: Şamanın Aydınlaşması…Sözelliğin Metafizik İktidarında

                       

 

ŞAMANIN AYDINLAŞMASI

Sözelliğin Metafizik İktidarında     

Mustafa Muharrem / Şair-Yazar

‘Aydın’ köken sorununu ‘şaman’ portresini kendisine zımnen dayanak alarak çözmek istedi. Ancak, yaşamsal düzenleniş için sarkıtılmış bir şâkül olduğu gizini Türkiye insanına açıklamaktan sürekli uzak durdu. Çünkü ‘şaman’ ile çok önceden vedalaşmış yeni bir kültürel tercihin, yani, İslâm medeniyeti katmanınıyla ulaşılan birikimin atlanılması gerekiyordu. Batı’da kilise karşıtlığını hüviyetinin ana ögelerinden biri sayan ‘aydın’ bizim serüvenimizde İslâm’a hücumun çeriliğini üstlendi. Analojik bir geçişimdi bu ama, Batı deneyiminde kilisenin konumu ile bizim için dinin yeri arasında analitik bir kıyaslamaya hiç gidilmemişti.          

Bunun iki anlamı vardı: İlki, dinin gündelik hayatı doğrulayan ve ona- yan gücüne duyulan kıskançlık. Ve diğeri, Batı’nın yürüdüğü varsayılan tarihsel yolu bizim de mutlaka aşmamız gerektiği ön-görüsüne beslenen kesin ve keskin inanç. Böylece ‘aydın’ hayatı merkezsiz bırakacak ve Türk insanına tercümesi için  çalışılan ‘ilerleme’ ülküsü, dümeni tutmaya başlayacaktı.           

Temel referanslarından koparılmış bir toplumsallık, yeni formunu bulmak üzere, biçim ve içerik bayiliğini almış ‘aydın’a başvurmaktan başka ne yapabilirdi? ‘Aydın’ rakip istemiyordu. Bu yüzden Türk insanının hayat kodu ‘çalışamaz’  gerekçesiyle tarihten malülen emekliye ayrılmalıydı.

Dine has tasarıların bireyi ve toplumu ulaştırmak için çırpındığı adresi bilmezlikten gelir ‘aydın’. Problem aslında araçlarda ve anlamdadır. ‘Aydın’ın rasyonel yanılgısı, dinin amacı ile toplumu ölçmek yerine bunun tam aksini uygulamasıdır. Toplumsal determinantların sorumlusu ve suçlusu olarak gördüğü dini, bu sanrısından devşirdiği maharetle hayat dışına itmeye uğraşırken sanki çürük bir diştir din ve ‘aydın’ intellect’ini bir kerpeten gibi kullanarak ağzı kurtaracaktır.         

Bu toplumsal tababet, ‘aydın’ın bilincin cerrah olabilmesi için kazanması gereken birikim ve becerilerin patentiyle, sertifikasyonuyla ilgili. Fizik olan bir tarih ve toplum, neden hekimliğin de alanı hâline gelmesin? Prototipi kabul edilen ‘şaman’ gibi ‘aydın’da niçin toplumuna şifa üretmesin? Elbette din bunu engelleyecektir.         

Öyleyse din nötr-etkiden fazlasına sahip olmamalı, toplumsal zamk işlevi görmesi zorunlu durumlar dışında ortalarda çok dolaşmamalıdır. Hatta kötürümleştirilmiş din, kesilmiş organları yerine takılan protez itaat ve davranış figürlerinden ibaret bir acuze olarak kalmalıdır. Nasılsa din ötenazi hakkından söz etmeyecek, ‘aydın’lar da nöbetleşe bu felçli, bu yatalak kuvvete hastabakıcılık yapacaktır.       

‘Aydın’ dine yaklaşımında, Batı’nın kilise ile kavgasını hatırlar hep. Bu kavganın kendi zihninde oluşturduğu gediğin çapı kadar geniş bir bakıştır bu. Türkiye’de ‘aydın’ Batı’ya özgü kilise-akıl kapışmasının süzgecinden İslâm’ı geçmeye zorlayarak bir özdeşleştirme cinayeti işlediğini asla anlamayacaktır. Çünkü kiliseye muhalif olmanın sınıfsal nedenlerinden yoksun bulunduğu gerçeği ile tanışmaktan hep kaçacaktır. Bu, aynı zamanda ‘organik aydın’ sarmaşığını yakalayarak insanına varma imkânının reddi ile eşanlamlıdır. Tabi kendi izler-çevresini çoğul etkilerden değil, azınlık, hatta, istisna düzeyindeki reflekslerden yaratacaktır.          

Roman yazmadan önce, roman gereksinimi olan bir kitle, felsefe yapmadan da felsefeye girebilecek kaygılara ve donanıma teşne bir topluluk imâlatı: Türk ‘aydın’ı daha işin başında toplumu atölyeleştirmiş, yaşayabilirliğinin tüzel zeminini devlete ısmarlamıştır. Devlet ‘aydın’ın hem muhafızı, hem de kamçısıdır. ‘İlerleme’ ve sonunda dünya ile entegrasyon ‘düş’ü ‘aydın’ özelinde deneylenebilen bir kurmacadır. ‘Aydın’ın fantezileri ile devletin tanımı ve amacı, birbirinin versiyonları olarak kaldığı müddetçe her şey tıkırındadır. Ama bu denklem bazen sıkıntılara saplanabilir de. Devlet ‘aydın’ın gerisinde kalabilir sözgelimi. Bu noktada kavramsal akrabalık geçici bir süre için unutulur ve kurumsal sağlık, kan takviyesiyle garanti altına alınır.                       

Vals yapmak için vals çalacak bir orkestranın olması yetmez. Vals bilen bir partner ve bu dansa uygun bir mekân bulmalıdır. Roman nasıl önce okuru hazır bulmak derdindeyse, Batı stili bir hayat terbiyesi kazanmak, yaşamak ve kazandırmak için de bu eğilimi gösterecek alıcılar çıkarılmalıdır. İşte devlet bu rolü oynamalı, ‘aydın’ın halkı götürmek istediği tarihsel alanı piknik yeri saymaktan vazgeçip kültürel iskânın yegâne arazisi olarak belle- meli, belletmeli ve kuşatmalıdır. Bu da yeni bir göç kampanasıdır. Bir uygarlıktan diğerine, bir kültürden ötekine tarih boyunca süren göçlerin son halkası böylece tamamlanacaktır.       

‘Aydın’ın mensubiyetini taşıdığı klan, işte bu göçün zarureti ekseninde kümelenmiş siyasal, sosyal ve ahlâkî tercihler toplamıdır. Cumhuriyet dönemi, bu göçün siyaseten organize edilmesi ve icra fırsatı  yakalamasıdır. ‘Şaman’ın kutsallığı, artık ‘aydın’da yansımaktadır. Göçün artığı acılar, varılacak ve yerleşilecek hayatın erdemleri ile dindirilecek anı koleksiyonundaki teşhir sırasında, geçmiş günlerin tanığı sıfatıyla oturacaktır. ‘Şaman’ın tanrısallık ile fânîler arasındaki elçiliği, ‘aydın’ın düşsellik ile halk arasındaki peygamberliğini tasdikleyen bir kaynaktır.        

Şaman’laşmış ‘aydın’, hükmünün geçeceği klanı gündelik hayatın işletmeciliğine getirdi. Böylece, bir yandan kendi daralmışlığını bölüşebileceği tepki hissedarları sayesinde diklenişini kulüpleştirdi. Bir yandan da, adına taleplerde bulunacağı, temsilciliğini üstlendiği bir yataylaşma ile bütün top- lumu kompartımanlara çiviledi.           

Artık ‘aydın’ın kavramsal ve eylemsel klanına tabi olanlar çizgi de çekebiliyordu. Devlet, bu çekilecek çizginin ömrünü olabildiğince uzatmak için kurgulanmıştı. Türkiye insanı da bu çizginin testinden başarıyla çıkmak zorundaydı. ‘Aydın’ın bu aşamadaki fonksiyonu, elbette dünya egemenlerinin niyetlerine hısımdır. Anayasal güvenceler, hak ve özgürlük vaatleri,çağdaş normların geçerliği, demokrasi, ‘aydın’ın kendi klanının sakinleri için birer tescildir. Kendi klanı dışında kalanları asla ilgilendirmemektedir.

‘Şaman’laşmış ‘aydın’ tarihin kelimeleri ve kavramları daha doğrusu, sözel ve söylemsel ‘düş’ü kendine ülke edinen tek örneğidir. Türkiye’nin yakın kültürel mazisine ait bir örnektir bu. ‘Aydın’ sadece kelime ve kavramları kendi yurdu bildiği için devleti de metinlerden müteşekkil bir fiksiyon olmaktan öteye götürememiştir. Sonuçta, hayatı biçimlendiren kurallar gibi, yaşamanın kendisine karton dünyalar panayırı olmaktan başka kalan nedir?

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 182 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI