Siyasetin Kökleri: Sözleşme mi, Uyarlama mı?

Modern siyaset ve siyasi yapılanmalar, Batı’da belirli bir sosyal ve ekonomik arka planın dönüşümüyle ortaya çıktı. Yüzyıllar süren mücadelelerin sonunda, bireyi merkeze alan sözleşmeci bir politik bilinç gelişti. Bu bilinç, zaman içinde sosyal ve ekonomik dokuyu şekillendirerek politik alanın krizlere karşı refleks geliştirmesine imkân sağladı. Batı, kendi iç dinamiklerinden doğan bu siyasal yapıyı, düzeni sağlayabilmek […]

A+
A-

Modern siyaset ve siyasi yapılanmalar, Batı’da belirli bir sosyal ve ekonomik arka planın dönüşümüyle ortaya çıktı. Yüzyıllar süren mücadelelerin sonunda, bireyi merkeze alan sözleşmeci bir politik bilinç gelişti. Bu bilinç, zaman içinde sosyal ve ekonomik dokuyu şekillendirerek politik alanın krizlere karşı refleks geliştirmesine imkân sağladı. Batı, kendi iç dinamiklerinden doğan bu siyasal yapıyı, düzeni sağlayabilmek adına işler hale getirdi.

Ancak Türkiye’de siyaset, kendi dinamikleriyle şekillenmek yerine, Batılı paradigmaların dışsal bir yansıması olarak varlık kazandı. Türkiye’de politik gündem, sıklıkla Doğu-Batı, geleneksel-modern, seküler-muhafazakâr gibi ikilikler üzerinden tartışıldı. 

Bu noktada temel bir soruyla karşı karşıyayız: Neden Doğu-Batı ayrımı yapıyoruz? Bu soruya verilecek her cevap, aslında bir tarafı önceleyip diğerini geride bırakmak anlamına gelir. Peki, bunu hangi ölçütlere göre yapıyoruz? Siyasi kimliklerimizi tanımlarken hangi referans noktalarını esas alıyoruz? Öyle görünüyor ki, bize sunulan bu ayrımların kendisini sorgulamak yerine, onları mutlak gerçekler olarak kabul etmeyi tercih ediyoruz. Oysa bu ikiliklerin ortaya çıktığı ilk anlara odaklandığımızda, ne kadar suni olduklarını görme fırsatı elde edebiliriz.

Modernleşme süreci Türkiye’de genellikle eksiklik üzerinden tanımlandı. Gelişmiş olan referans alınarak, gelişmemiş olanı tamamlanması gereken bir yapı olarak görüldü. Bu perspektif, kendiliğinden bir oryantalizmi beraberinde getirdi. Gelişmemişliği gidermek ve kalkınmayı sağlamak görevi devlete yüklendi. Devlet merkezli bu siyasal anlayışta birey, tabi olan ve sözleşmeye katılamayan bir unsur olarak konumlandırıldı.

Siyasetin yeni merkezleri: Veri, Teknoloji ve Ekonomi

Bugünse dünya yepyeni bir politik vizyona evriliyor. Artık sözleşmeler değil, veri ve teknoloji siyasal alanın ana belirleyicileri. Politik güç, bilgiyi elinde bulunduranın yönettiği bir düzleme taşınmış durumda. Bu durumda şu soru oldukça çarpıcı hâle geliyor: Türkiye, bu yeni paradigmada nerede duruyor?

Geçmişte devlet-merkezli anlayışın küresel sistemde kalıcı bir yer edinmede zorlandığı düşünüldüğünde, benzer reflekslerle gelecekte daha güçlü bir konum elde etmek mümkün görünmüyor. Hâlâ geleneksel ikiliklerin etkisinden kurtulamayan politikalarla, bu yeni dünyada etkili olmak oldukça zor. Bugünün temel siyasal meselesi, yalnızca bu değişimi izlemek değil; veriyi üreten, teknolojiyi geliştiren, ekonomiyi yöneten ülkeler arasında yer almaktır. Artık yalnızca kullanan değil, tasarlayan olmak gerekir. Bu dönüşümde yer almak istiyorsak, politik vizyonumuzu teknoloji dostu ve veri temelli bir yapıya dönüştürmek zorundayız. O halde üzerinde durmamız gereken husus şu olacak: küresel güç dengesinde sadece veriyi ve teknolojiyi kullanmak değil, bunları üreten ve yöneten bir ülke olmak belirleyici olacaktır. Bir sonraki yazıda bunun üzerinde durmak gerekir. 

Teknoloji ve verinin sosyal hayat üzerindeki etkisini işleyen film önerisi ile bu yazıyı sonlandırabiliriz. Black Mirror, teknolojinin birey üzerindeki kontrol mekanizmalarını sarsıcı senaryolarla işliyor. Years and Years ise toplumun, siyasetin ve teknolojinin iç içe geçerek nasıl dönüşebileceğini gösteren çarpıcı bir distopya. Bu diziler, günümüzdeki politik dönüşümleri düşünsel bir zeminle harmanlayan başarılı örnekler olarak izlenmeyi hak ediyor.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir