Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başlarında dağılmasıyla Orta Asya’da birbirine komşu SSCB’ye üye dört Türk asıllı ülke olan “Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan”, Kafkasya’da ise bir ülke “Azerbaycan” bağımsızlığını ilan ederek yeni dünya düzeni içinde yerlerini aldılar. Türkiye ile etnik köken ve din bağı bulunan beş bağımsız Türk Cumhuriyeti’nin tarih sahnesine çıkmasıyla Türk milleti için yeni bir dönem başladı. Tabiatı gereği Türkiye bu cumhuriyetleri ilk tanıyan ve büyükelçilik açan ülke oldu. Türk milleti tarafından sevinçle karşılanan bu durum dünya siyasi çevrelerince “Türk Asrı” olarak yorumlandı. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” sınırı olan geniş bir alanda Türk Birliğinin oluşacağı yönünde güçlü bir ümit doğurdu. Kimi çevreler içinse de bu durum önce Çarlık Rusya, ardından SSCB tarafınca bilinçli bir şekilde parçalanan Batı Türkistan’da birliğin yeniden sağlanmasının yolu açılmıştı.
Türkiye, ortak tarihi bağlara, ortak dile, kültüre ve geleneklere sahip olduğu yeni Türk Cumhuriyetleriyle bağımsızlıklardan günümüze kadar yoğun işbirliği ve dayanışma içinde olmuştur. Tarihsel deneyimlerini, uluslararası tecrübelerini ve ekonomik kazanımlarını kardeş cumhuriyetlerle paylaşmayı temel ilke olarak benimseyen Türkiye, bağımsızlıklarının hemen ardından Türk Cumhuriyetleri ile üst düzey ilişki kurmanın ve ilişkilere yoğunluk kazandırmanın zemini oluşturma çabası içinde olmuştur. Bu kapsamda 1992 yılında Ankara’nın ev sahipliğinde başlatılan “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi” geleneksel bir hal alarak ilerleyen yıllarda farklı Türk Devletlerinde toplanmış ve Nahçıvan’da gerçekleşen 9. Zirvede Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan tarafından imzalanan “Nahçıvan Anlaşması” (3 Ekim 2009) ile Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) kurulmuştur. Böylece Türk Devletleri arasındaki ilişkiler kurumsal bir statü kazanmıştır. Karabağ Zaferi sonrası 12 Kasım 2021’de İstanbul’da toplanan Türk Konseyi 8. Zirvesi’nde tarihi bir karar alınarak, Türk Konseyi’nin adı “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmiştir. Böylece uzun ve sabırlı bir çalışma zinciri sonrasında bağımsızlıklarının 30. yılında Türk Cumhuriyetleri güçlü bir irade ortaya koyarak Türk Devletleri Teşkilatı adı altında yeniden yapılandırılmıştır. Bununla birlikte Zirvede “Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi” onaylanmasıyla Türk Devletleri arasında birçok alanda kurulmak istenen iş birliğinin yol haritası da belirlenmiştir.
3 Ekim, Türk Dünyasını tek bir çatı altında toplanarak “Köklü geçmişten, güçlü geleceğe” prensibiyle daha güçlü bağlar kurarak geleceği birlikte inşa etmek üzere oluşan siyasi iradenin kurumsallaşmasının sembolü olan Nahçıvan Anlaşmasının imzalandığı tarihtir. Türk Dünyasının geleceğinin şekillenmesi açısından tarihi bir adım olan Nahçıvan Anlaşması, 3 Ekim 2009 tarihinde Azerbaycan’ın ev sahipliğinde Nahçıvan’da, Azerbaycan, Türkiye, Kazakistan ve Kırgızistan Cumhurbaşkanlarının katıldığı toplantıda imzalanmıştır. Bu anlaşmayla Türk devletleri arasındaki işbirliğinin çatı kuruluşu olan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin (Türk Keneşi-Türk Konseyi,) kurulmuştur. Böylece ortak dil, ortak tarih ve ortak kültürel miras temelinde yükselen Türk Devletleri arasındaki asırlık kardeşlik bağları Türk Konseyi bünyesinde kurumsallaşarak Türk Devletleri Teşkilatının doğmasına zemin hazırlanmıştır. Türk Devletleri Teşkilatına (TDT) giden zorlu sürecin en önemli halkasını olan Türk Konseyi’nin hukuki alt yapısını oluşturan Nahçıvan Anlaşmasının imzalandığı gün olan 3 Ekim, her yıl Türk Dünyasında “Türk Devletlerinin İşbirliği Günü” olarak kutlanmaktadır.
Ortak tarih, dil ve geleneklerimizin oluşturduğu sağlam temeller üzerine inşa edilen Türk işbirliği her geçen yıl daha da güçlenmektedir. TDT, hâlihazırda 30 işbirliği alanını kapsayacak şekilde gelişerek siyasi, ekonomik, kültürel, eğitim ve toplumsal alanlarda işbirliğini teşvik eden bir mihenk taşı haline gelmiştir. Bu ilerleme, tüm bölge için müreffeh ve istikrarlı bir gelecek yaratmak üzere birlikte çalışan Üye ve Gözlemci Devletler müşterek iradesinin bir göstergesi olarak görmek gerekmektedir. TDT’nin tarihi bağlara, ortak dile, kültüre ve geleneklere dayalı olarak kuruluşundan bu yana Türk Devletleri ve halkları arasındaki işbirliğini ve dayanışmayı geliştirme konusundaki yoğun çabaları sonucu Teşkilat bölgesel bir güç olma yolunda büyük yol almıştır. Bununla birlikte üye ülkeler arasında daha nitelikli ve stratejik işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu alanda en önemli işbirliği alanı kuşkusuz ortak savunma sanayi ve siber güvenlik konusu gelmektedir. Bölgesel ve küresel çatışmaların ve istikrarsızlığın zirve yaptığımız günümüzde Türk Devletleri savunma ve güvenlik alanında birlikte atacakları stratejik adımla Avrasya Bölgesinde bir istikrar havzasını yaratabilirler. Bu konuda yeterli söz konusu ülkelerde yeterli altyapı ve sosyo-ekonomik sermaye mevcuttur. Burada gerekli olan şey ortak irade ve karşılıklı güvendir. Bu konuda stratejik adım atılmadığı sürece TDT, radikalleşme, şiddet içeren aşırılık, İslamofobi ve terörizm tehditleriyle mücadele etmek ve sınır güvenliğini sağlamak konusunda yeterince yol almak mümkün değildir. Diğer taraftan geleneksel ekonomik işbirliği yanında TDT’ye Üye Ülkelerin katma değerleri yüksek ürün imalatına ağırlık vermeli ve dijital ekonomiye yönelik stratejik adımlar atmalıdır. Tarihi ipek yolunu canlandırılması yanında dijital ipek yolu hızla hayata geçirilmelidir. Başka bir ifadeyle Üye Devletler arasında emtia, sermaye, hizmet, teknoloji ve insanların serbest dolaşımının sağlanmasına yönelik çalışma, Gelecek dijital çevre gerekliliklerini karşılayacak program ve stratejiler geliştirme, Gelişen dijital teknolojilere odaklanarak direnci artırmak için ekonomik faaliyetlerin çeşitlendirilmesine öncelik vermelidir.
Unutmayalım ki, “Biz birlikte daha güçlüyüz!”
Yorumlar (0)