Türk Devletleri Teşkilatında Kriz Mi Var?

A+
A-

Son zamanlarda Türkiye’de bazı kesimlerce Türk Devletleri Teşkilatında (TDT) ciddi bir kriz varmış gibi fırtınalar kopartılıyor. Özellikle sosyal medyada bu iş daha da abartılarak kardeş cumhuriyetler yönelik bir karalama ve linç kampanyası yürütülüyor. İlginç tarafı da bu girişimde öncüllük edenler ya Türk Dünyası hakkında kısır bilgiye sahip ya da bugüne Türk Dünyasını kendine dert edinmemiş hatta bu kavram ve içerikle dalga geçmiş insanlardır. Aslında konu ile ilgili eleştiri yapanların ekseriyeti bıyık altında gülerek “biz size Türk Dünyası birliği  boş bir hayaldir dememişiydik” diyenlerdir. Ama tüm bu karanlık tabloyu ortaya koyanlar bilsinler ki, olay onların algıladıkları gibi değildir. Gerçek şu ki, TDT’de ne bir kriz ve ne de bir çatırdama vardır. Türk Dünyası bugüne kadar hiç olmadığı kadar güçlüdür. Geçmişten yani ortak tarih ve medeniyetimizden aldığımız güçle, geleceğe daha emin adımlarla yürüyerek ortak geleceği hep birlikte inşa etmeye devam edeceğimizden emin olabilirsiniz. Her ne olursa olsun Türk Birliği gerçekleşecektir.

Bilinsin ki, Türk Devletleri Teşkilat bir anlık heyecanla kurulmuş, yapay bir teşkilat değildir. TDT, uzun yıllar boyunca birbirinden koparılmış kadim bir milletin SSCB’nin belasının ortandan kalkmasıyla yeniden kucaklamayı başarmış olmanın somut bir örneğidir. Yani TDT,  bir kardeş kucaklaşması meclisidir. Halklarımızın ortak tarih, kültür ve medeniyetinin sonucu oluşmuş doğal ve fıtri bir organizasyondur. SSCB’nin dağılmasıyla 1992 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde başlayan Türk Devletleri Liderler Zirvelerinin gelenekselleşerek devam etmesi sonucu 2009 yılında imzalanan Nahcivan Sözleşmesiyle Türk Konseyi’nin kurulmasıyla kurumsal alt yapı oluşmuş, Karabağ Zaferi sonrasında 12 Kasım 2022 İstanbul Zirvesiyle Türk Devletleri Teşkilatına dönüşmüş sabırlı, bilinçli ve uzun bir sürecin başarı hikâyesidir.

2009 yılındaki Türk Konseyi olarak bilinen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi kurulmasıyla, gücünü farklı Türk boylarından oluşan Türk halkının dil, kültür ve ortak geçmişinden alan Türk işbirliği, Üye Devletler için hem stratejik hem de politik olarak katma değer sağlayan jeo stratejik bir güç haline gelmeye ramak kalmıştır. Siyasi açıdan Türk işbirliği, Üye Devletlerin karşılaştığı bölgesel ve küresel zorlukların işbirliği ruhuyla ele alarak bölgesel bir güç haline gelmeye ciddi adaydır. Türk Devletleri Teşkilatı, çeşitli alanlarda işbirliğine dayalı çalışmalarını genişletmeye ve derinleştirmeye başlamıştır. Bağımsız ve egemen Üye Devletlerin siyasi iradesine dayanan Teşkilat, artık üyelerinin ihtiyaçları doğrultusunda, daha fazla karşılıklı destek ve dayanışma yaratmayı vaat eden işbirliği için, etkisi giderek artan bir platformu temsil etmektedir. Özenle devam eden bu sürecin ileriye dönük, gerçekçi bir vizyonla desteklenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Teşkilat içinde yaşanan bazı fikir ayrılıkları abartarak kriz ve kaos ortamının oluşturulması iyi niyetle açıklanması mümkün değildir.

Avrupa Birliği ile Orta Asya devletleri arasında 4 Nisan’da Semerkant’ta düzenlenen Orta Asya Zirvesi’nden sonra, zirveye katılan TDT üyesi Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin başkenti Lefkoşe’de büyükelçilik açma kararları, doğal olarak Türkiye’de hayal kırıklığı yaratmıştır. Bilindiği üzere bu Zirvenin ardında AB ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkiler “stratejik ortaklık” seviyesine yükseltilmiştir. Zirvede AB, Orta Asya’nın kalkınmasını desteklemek üzere 12 milyar Avroluk yatırım paketini açıklamıştır. Yayınlanan ortak bildiride, BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs ile ilgili 541 ve 550 sayılı kararları onayladıkları bildirilmiştir. İşin özü, kardeş Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almadan böyle bir karar almaları en basit ifadeyle ciddi bir hattadır. Bununla birlikte kamuoyuna yansıtıldığı gibi ortada bir ihanet yoktur ve Türk Devletleri Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci statüsünde gördüklerine ilişkin bir açıklama da yoktur. Bu çıkarım bazı kesimlerce yapılan dolaylı yorumların bir sonucudur. Kaldı ki, söz konusu Türk Cumhuriyetleri daha önceki tarihlerde zaten GKRY’i tanımışlardır. Aynı Türk Cumhuriyetleri Kasım 2022’deki Semerkant Zirvesi’nde KKTC’yi TDT Gözlemci Üyesi olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla Orta Asya Türk Cumhuriyetleri GKRY’i Büyükelçilik açmak konusunda aldıkları karar ne AB’nin yapacağı 12 milyon Euro, ne de Türkiye’ye ihanet ile açıklamak mümkündür. Bu karar hatalı da olsa söz konusu ülkelerin sosyo-ekonomik gerçekleri ve güvenlik sorunlarıyla ilgilidir.

Bilindiği üzere Orta Asya Cumhuriyetleri Çin ile Rusya arasında sıkışmış ve nefes alamaz hale gelmişlerdir. Genel itibarıyla güçlü yer altı ve yer üstü kaynaklara sahip olan Türk Cumhuriyetleri SSCB döneminden miras kalan sorunlarıyla mücadele ederken, kalkınmayı gerçekleştirebilecek yatırım ve teknolojiye sahip olamamışlardır. Bunun yanında coğrafi konumları itibarıyla da sahip oldukları zenginlikler dünya pazarlarına sunamadıkları için bu kaynaklar Çin ve Rusya tarafından sömürülmektedir. Diğer taraftan bu ülkeler hem Çin’e ciddi anlamda borçlanmış, hem de Çin’in yatırım alanı haline gelmişleedir. Uzan bir zaman diliminde SSCB kontrolü altında kalan Bölge, son yıllarda Çin etki alanı genişlemiş ve bu durum beraberin ciddi riskleri getirmiştir. İşte kardeş Cumhuriyetleri AB kucağına iten asıl unsur hem teknoloji alt yatırımları yenilemek hem de AB’den gelecek yatırımlarla Çin’in ekonomik hegemonyasını dengelemektir.

Bu gelişmeyi çok iyi okuyan AB, attığı bu adımla Orta Asya ile ilişkilerini gecikmeli de olsa en üst siyasi düzeye taşıyarak, Avrasya Ekonomik Birliği ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlar aracılığıyla üst düzey siyasi angajman sürdüren Rusya ve Çin gibi aktörlerin arasına girmeye çalışmaktadır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Çin’in ticaret politikalarındaki değişimler AB-Orta Asya iş birliğini giderek daha çekici hale getirmiştir. AB, doğrudan Rusya ve Çin’le rekabete girmek yerine, Orta Asya devletleriyle ortaklıklarını çeşitlendirmek yoluyla bu ülkelerin baskın komşu güçlere olan bağımlılıklarını azaltma imkanı sağlayarak dolaylı bir rekabetti tercih etmektedir. Avrupa bu bölgede aynı zamanda AB’ye stratejik fayda sağlayan projeler geliştirmeyi amaçlamaktadır. Aslında AB’nin Orta Asya ile üst düzey ilgi göstermiş olmasının en önemli nedenlerinden biri de Trump izlediği politikalarla açıklamak mümkündür. ABD Başkanı Donald Trump’ın yeni tarife politikaları ve Washington ile Moskova arasındaki gelişen ilişki, Rusya ile bağları yeniden kurmak istemeyen Avrupa liderlerini yeni ortaklıklar aramaya yöneltmiştir. Bu durumda stratejik konumu ve yatırım potansiyeliyle AB için Orta Asya giderek daha çekici hale gelmektedir.

Diğer taraftan Rusya ile Çin arasında sıkışan Orta Asya Türk Devletleri ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıyadırlar. Bölge; Rusya’nın tarihsel etkisi, Çin’in ekonomik yatırımları ve özellikle ABD’nin stratejik ilgisi nedeniyle jeopolitik bir rekabet alanına dönmüştür. Özellikle Kuşak ve Yol Girişimi üzerinden artan Çin yatırımları, ekonomik bağımlılık yaratarak siyasi güvenlik tartışmalarına neden olmaktadır. Ayrıca Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi Afganistan’a komşu ülkeler, Taliban ve IŞİD gibi radikal grupların faaliyetlerinden endişe duymaktadır. İşte bu durum söz konusu ülkeler için baskı ve denge politikası zorunluluğu doğurmaktadır.

Nitekim Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen “Zirve, iki bölge arasında daha fazla bağlantı sağlayarak, özellikle Trans Hazar Ulaştırma Koridoru’na (TCTC) odaklanarak ortaklığımızı bir sonraki seviyeye taşımak için zemin hazırlıyor. AB ve Orta Asya ayrıca güvenlik konularında daha güçlü bir iş birliğini araştıracak.” ifadesi de bu görüşlerimizle örtüşmektedir. Burada bir hususun altını çizmek gerekir ki, ne her kadar AB, Türkiye’nin Orta Asya’da güçlenmesini istemiyorsa olsa da Ursula von der Leyen’in konuşmasında geçen Trans Hazar Ulaştırma Koridoru projesi, Türkiye’nin Türk Devletleriyle olan projesidir. Bu projenin başarısı Türkiye’nin katkısıyla mümkündür.

Sonuç olarak kardeş ülkelerin GKRY’ne ilişkin aldıkları karar ne Türkiye’ye ihanet ne de 12 Milyon Avroluk yatırım için atılmış bir adımdır. Bu durum söz konusu ülkelerin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bir durumdur. Hiçbir Türk devletinin Türkiye’ye ihanet politikası olamaz. Türkistan halkı geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin can kardeşidir ve yarın da can kardeşi olacaktır. SSCB döneminde olduğu gibi bugün de Türkiye aleyhine olabilecek hiçbir politika bu ülkelerde başarılı olmamış ve olamayacaktır. Kazakistan’ın aydın ve büyük siyasi şahsiyeti Mustafa Çokay’ın ifade ettiği üzere, “ Her Türk’ün iki vatanı vardır: Birincisi kendi doğduğu topraklar, ikincisi Türkiye’dir.”. Bu sadece kuru bir söz değil, Orta Asya’nın bir gerçeğidir. Bir asırlık Rusya zulmüne ve propagandasına karşı Türkistanlı her Türk, Türkiye’nin sevgisiyle yaşar ve evinde Türk bayrağı bulundurur. Bunlar görmezlikte gelerek kardeşlerimize karşı anti propaganda başlatmak ciddi bir insafsızlıktır.

Gerçek bu iken, Türk Cumhuriyetleri ve TDT’ye zarar verecek tezvirata bulunmak en basit ifadeyle aymazlıktır. Bugüne kadar Türk Dünyasını kendine dert edinmemiş bazı kesimlerin bu bahane ile Türk Devletleri, Türk Devletler Teşkilatı ve bu coğrafyasındaki kardeşlerimizi hedef almaları ve yangına körükle gitmeleri göz önünde bulundurulduğunda bu girişimin iyi niyetli bir girişim olduğunu söylemek mümkün değildir. Türkiye’nin bölgesel hatta küresel güç haline gelmesi, Orta Asya coğrafyasındaki artan stratejik etkisi ve çekici güç olarak Türk Devletler Teşkilatı’nı etkili bir örgüt haline getirmesinde öncülük etmesinden rahatsız olanların hem dışarıda hem de içeride başlattıkları bir girişim olarak okumak gerekir. Bu girişimle Türk dış politikasına ilişkin olumsuz bir algı yaratılarak Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzeyde elde ettiği kazanımlar gölgelenmek istenmektedir Ama herkes iyi bilsin ki, Türkiye’ye her şeyin farkında ve Türkiye dışişleri yetkilileri gerekli adımları atmaktadırlar. Hiçbir güç Türkiye ile kardeş Türk Devletleri arasına giremeye güçleri yetmeyecektir. Türk Cumhuriyetleri KKTC gerçeğinin farkındadırlar ve günü gelince gerekli adımı atacaklardır.   Türkiye, her bir  Türk Cumhuriyeti için yükselen bir yıldızdır. Unutmayalım ki, biz birlikte daha güçlüyüz. Zaman birlik olma zamanıdır, stratejik olarak kardeş Türk Cumhuriyetlerine ihtiyacımız vardır. Yazımı Yavuz Sultan Selim’in bu şiiriyle bitirmek istiyorum: “Milletimde ihtilâf ü tefrika endişesi, Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni. İttihâdken savlet-i a’dâyı def’e çâremiz, İttihâd etmezse millet dağ-dâr eyler beni.”

 

 

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir