Türk Yazar Ayşe Kulin’in Romanında Göç: Nefes Nefese

Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre her kişinin başka bir ülkeye sığınma hakkı vardır. Ancak buradaki durum “mülteci” kalıbına pek uymuyor. Çünkü burada gizli bir göç hareketi var. Daha çok “mülteci” olarak tanımlayabiliriz. Büyük kitlelerin zorunlu göçü 20. yüzyılda başladı. İkinci Dünya Savaşı önemli bir faktördü. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu kişiler, II. Dünya Savaşı’ndan […]

A+
A-

Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre her kişinin başka bir ülkeye sığınma hakkı vardır. Ancak buradaki durum “mülteci” kalıbına pek uymuyor. Çünkü burada gizli bir göç hareketi var. Daha çok “mülteci” olarak tanımlayabiliriz. Büyük kitlelerin zorunlu göçü 20. yüzyılda başladı. İkinci Dünya Savaşı önemli bir faktördü. Ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu kişiler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerine döndüler. Hava saldırılarından zarar gören kentsel alanlarla karşılaştırıldığında kırsal alanlar yoğun göç alıyor. Mesela romandaki tren daima yeşil alanlardan geçer. Yeni kurulan Türkiye’de Alman azınlıklar ile Almanlar karşı karşıya gelirken, Türkler ile Yahudiler de karşı karşıya geliyor. Üstelik yeni kurulan Türk devleti için de kültürel bir geçiş söz konusu. Kültürel geçiş, bir yandan Türk devletinin anayasasının laik olmasıyla, diğer yandan bir babanın, kızı bir Yahudi ile evlenmesin diye intihar etmesiyle açıklanabilir. Meşruluğun kamusaldan özele geçemeyeceğini gösteriyor. Kızını Ortadoğu dinleri adlı bir kitapla yetiştiren üst sınıftan bir baba, bir Yahudi ile evliliğe şiddetle karşı çıkıyor. Bir yanda evlilik için göç, diğer yanda Alman SS’ler kitap için ilginç bir nokta oluşturuyor. “Sami paşaların gelini Rum kızı, Vecdi Bey’in eşi ise Alman. Üstelik siz Avrupa’da eğitim görmüş, açık fikirli bir insansınız.” Türk devletinin kültürel değişimi belki de bu cümlelerle özetlenebilir. Bu nedenle arkadaşları bu evlilik nedeniyle bu aileyi ve Paşa’yı kızlarını askere almakla suçladılar. Bu, kültürel bir geçişi göstermektedir. Bu tartışmalar, BMMYK’yi ve çok sayıda diğer ulusal, uluslararası ve sivil toplum kuruluşlarını, genellikle “göçmenler” ve “mülteciler” arasındaki farklar konusunda halkı eğitme çabalarına yöneltmiştir. ikincisinin haklarına ve ihtiyaçlarına ayrıcalık tanınması (Mülteciler, Göçmenler, Hiçbiri, her ikisi de: Kategorik Fetişizm ve Avrupa’nın “göç krizi”nde Sınırlandırma Politikası, Heaven Crawley & Dimitris Skleparis).
 
Bu makalenin amacı bu romanı göç kavramlarıyla değerlendirmektir. Bu bakımdan “mülteci” ve “sığınmacı”yı farklılıkları açısından değerlendirirken, “göçmen” ile “sığınmacı”yı haklar bazında karşılaştırabilir ve hakları daha çok “sığınmacı” ile ilişkilendirebiliriz. Her üçü de göç açısından birbiriyle ilişkili olabilir. Kategoriler daha çok göçe anlam kazandırmakla ilgilidir. Genelde mülteci ve göçmen olan Rafo mülteci ama eşi göçmen, İİ. 2. Dünya Savaşı sırasında üst sınıf ailelere mensup değillerdi ama burada ikisi de üst sınıf ailelere ait. Ancak aileleriyle yüzleştikleri için aşağıya doğru bir hareketlilik yaşandı.
 
Bu eleştiri, göçün karmaşıklıklarını daha iyi anlamaya yardımcı olmayı amaçlayan yeni kavramların (“karma akışlar”, “karma motivasyonlar”, “transit göç”) ve uluslararası korumanın görüş alanına sokmayı amaçlayan yeni kategorilerin geliştirilmesiyle ilişkilendirilmiştir. “Mülteci” ve “göçmen” arasındaki boşlukta sıkışıp kalan rejim: örnekler arasında “sıkıntı içindeki insanlar”, “göçmenlerdeki sıkıntı” ve “hayatta kalan göçmenler” yer alıyor ( Mülteciler, Göçmenler, İkisi de: Kategorik Fetişizm ve Avrupa’nın “göç krizinde” Sınırlandırma Politikası, Heaven Crawley & Dimitris Skleparis).
 
Yahudi mültecilerin bir kısmı Filistin’e ulaşmak isterken, bir kısmı da Suriye’ye ulaşmak istiyor. Karışık akışlar bu kitabın açıklanmasına yardımcı olacaktır. Çünkü trende farklı kökenlerden insanları görüyoruz. Yahudi göçmenler ya sınır dışı ediliyor, çalışma kamplarına gönderiliyor ya da öldürülüyor. Yahudilerin Filistin’e girişi kısıtlandı. Ancak politika açısından değerlendirirsek o dönemde Türkiye’nin Yahudilere karşı tutumunda çelişkiler vardı.
 
“Bakalım bu özel vagonda kim var? Yahudiler?” “Çoğu Müslüman Türk. Az sayıda kişi Yahudi ve Hıristiyan ama onlar da doğuştan Türk vatandaşı.” “Gerçekten mi?” dedi Alman, dudaklarının kenarında alaycı bir gülümsemeyle. “Sayın Şef, Türkiye’nin savaşa karışmamak için çabaladığı bu günlerde Yahudiler için vagon kurulacağını muhtemelen düşünmüyorsunuz. Bizim dilimizde bir deyim var, ‘Buna kargalar bile güler’ diyoruz. ” ( Nefes Nefese, Ayşe Kulin). Yahudiler azınlıkta olduğundan kanunda olumlu bir tutum var. Ancak bu özel alana giremez. Aşağıdaki cümleler bunu ifade edebilir:
 
“Bu bir prestij meselesi efendim. Biz laik bir devlet olduğumuz için dünyaya karşı anayasamızın hükümlerinin arkasında durmak zorundayız. Ama Yahudilere vagon göndermek ayrı bir mesele. Kimse Türkleri suçlayamaz. vagon göndermiyorsun, değil mi?” (Nefes Nefese, Ayşe Kulin).
 
“Eşarbını al, başına otur” gibi söylemler o dönemde kadınlara yönelik tavrı ortaya koyuyor. SS’nin kontrolü altında Leipzig’den Prag’a, Bratislava üzerinden Budapeşte’ye ve oradan da Bükreş’e gideceklerdi. Bükreş ve Köstence’ye gidecek olanlar inecek, vagonda kalanlar ise başka bir lokomotife (Nefes Nefese, Ayşe Kulin) bağlanmak için bekleyeceklerdi. Yaşlı Asseo memleketine göç ederken Lech’in erkek kardeşi Almanya’ya döndü. Burada ana karakterlerin dışında pek çok küçük göç hikayesi var. Yahudi ırkı sahte isimler ve sahte pasaportlarla kaçıyor. Mösyö Asseo, vaat edilen topraklar olan Filistin’e gitmeye çalışıyor. Selva ve Yahudi kocası Rafo’nun askerlere kendi yemeklerini vermek istemeleri bence en çarpıcı anlardan biriydi. “Böyle bir şey yaparsanız dokuz gün boyunca çektiğimiz işkence sıfırlanır. Romanya cezaevlerinde çürürüz. Hatta belki SS subaylarıyla uğraştığınız için Almanya’daki bir çalışma kampına bile gönderiliriz. Söyleyeyim mi? Yine kamp hayatı hakkında ne düşünüyorsun?” (Nefe Nefese, Ayşe Kulin).
 
Bu dönemde Kurtuluş Savaşı’nın yaraları henüz sarılmamıştır. Yani kültürel bir geçiş de var. Gazi’ye hayran olan Paşa, cumhuriyetin ilanına karşı çıkarken Selva, büyürken bu konu hakkında babasıyla sürekli tartışır. Ulusal çıkarlar ve öncelikler zamanla değişir. Mülteci, kendi milleti, etnik kökeni veya devleti tarafından korunamayan kişi olarak tanımlanabilir. O dönemde olgunlaşmamışlık, kültürel az gelişmişlik, çatışma ve ekonomik sorunlar göçle ilişkilendirilmektedir. Evlendiklerinde Türkiye’den Paris’e göç eden Rafo ve Selva, burada göçmen sayılıyor. Siyasi çalkantılar ve ekonomik çatışmalar sıklıkla göçe neden oldu. Ebeveynleri doktor olan Rafo’nun eczanede çalışıyor olması bazı sosyoekonomik faktörleri açıklayabilir.

Fransa’nın Nazi işgali, zorunlu ikinci göçe neden olur. Buradaki geniş politik ekonomi, trene binerken etkilerini pek göstermiyor. Burada göç sırasında çok fakirleştikleri vurgulanmıyor. Savaşın ekonomisi vurgulanmadı. Tarık’ın Fransa’ya göçü ve kategorilerin zamana ve mekana etkisi açısından ayrı ayrı değerlendirilebilir. Medya, radyo gibi unsurların Yahudi mültecilere yönelik tutumu vurgulanmasa da Türk hükümetinin kendi Yahudi vatandaşlarına yönelik koruyucu tavrını görüyoruz. Ancak göçle birlikte ortaya çıkan, göçmen ve ev sahibi devletler arasındaki devletlerarası hiyerarşinin göçmeni daha alt konumda konumlandırdığını görüyoruz. Fransa her ikisine de yabancı bir kültür. Öte yandan tren yolculuğu aynı zamanda başka bir kültüre geçişte de bir ara noktadır. Aslında tren Türk hükümetinin korumacı tavrını gösteriyor. Bu tutumuyla Avrupa’dan anavatana geçişi ifade etmektedir. Bu nedenle Fransa’ya evlilik yoluyla göç konusuna daha çok odaklanıyoruz. Kitapta son kısım hariç bu konu zaten yer alıyor. Fransa’ya evlilik göçü ve sonuçları, savaş zamanlarının ana temasını oluşturur. Göçün ayrı bir yaşam, aileden ayrı bir yaşam, ayrımcılığa maruz kalmamak gibi motivasyonları vardır.
 
Roman politika diplomasisini oldukça iyi yansıtıyor. Türk olmayan Yahudiler bile Türk pasaportuyla seyahat ediyor. Burada Türkiye’nin diplomatik tavrını açıkça görüyoruz. Üstelik Selva, son Osmanlı padişahlarından birinin kızıdır. Bu kültürel değişimi hissediyorlar. Göç sonrası aile içi çatışmaları ve yalnız kalan kız kardeş Sabiha’yı da görüyoruz. İnsanlar hem kendi ülkelerinde, hem menşe ülkelerinde, hem de uzay ve zamanda yolculuk yaparken (Mülteciler, Göçmenler) kategoriler arasında geçiş yapmaktadır.
 
Mülteci, tanımı gereği hem sistematik hak ihlallerine hem de toplumdan dışlanmaya neden olmaktadır. Mülteci ve göçmen kategorileri Selva ve Rafo’ya özel değildir. İkisi de göçmen oluyor. Ancak Rafo birçok yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor. Bu kategoriler birçok sosyal ve ekonomik faktörü hesaba katmaktadır. Türk vatandaşlarının geçimlerini sağlama ve yeni bir hayata başlama haklarıyla göç ediyorlar. Bu aynı zamanda ikinci demografik geçişten önceki dönemdir. Bu süreçten sonra yüksek doğum ve ölüm oranlarından düşük doğum oranlarına geçiş yaşanmaktadır. O dönemde bireycilik ve kendini gerçekleştirme yerine kolektiviteyi görüyoruz. Savaş sonrası cinsel ilişki azaldı. Ancak savaş sırasında burada ailelerin oranı fazla olduğundan, iki çocuk olsa bile doğum oranları yüksektir. Erken evlilikleri görüyoruz. Bu da o dönemin bir başka normuydu. Paris’e göçle birlikte daha bireysel normlar ortaya çıkıyor. Burada normlar açısından da bir değişiklik var. Evlenme baskısını da görüyoruz.
 
Burada boşanma oranları hala düşük. Göçler aynı zamanda zevk dönüşümünün de bir örneğidir. Bourdean düşünce tarzında kültürel sermayeye sahip yüksek zevklere sahip bu iki genç, farklı kültürlerden oldukları için hala farklı büyüme normlarına sahipler. Bunun dışında kendisi de göç etmiş olan Tarık, Paris’teki dairenin fiyatı nedeniyle evin güzel bir şekilde döşenmesini sağlayamamaktadır. Bu, ülkeler arasındaki ekonomik hiyerarşinin bir örneğidir. Marsilya ekonomik ve politik olarak Paris’e göre daha az gelişmiş bir yer. Dolayısıyla Paris Konsolosluğu’na diplomatik amaçlarla atanan Tarık ve Selva’nın yaşadıkları yerlerin sosyoekonomik açıdan farklı olduğunu söyleyebiliriz. Rafo Türk mutfağını çok sevdiği için Fransız yemeklerine alışamıyor mesela. Bu dönemde yaşam beklentisi oldukça düşüktür. Ölüm oranları yüksektir. Çocuğun adı Türkçe olmasına rağmen Yahudi usulünde sünnet olması onun erkek tarafına uygun bir kültürel kimlik kazandığının göstergesi olabilir.
 
Bu makale burada dış göçü incelemektedir. Amerika’ya göç etmeye çalışan Yahudilerden romanda sadece kısaca bahsediliyor. Damadın namaz kılmak için cami yerine havraya gitmesi aileyi etkiledi. İstanbul’dan göç etmelerinin nedeni toplumsal baskıdır. Alıştıkları yaşam tarzı değişiyor. Bu göçle birlikte Rafael Alfandari artık Yahudi kökenli bir Türk olmadığı gibi, Yahudi kökenli bir Fransız da olmuyor. Kimliksiz, vatansız ve dinsiz kalıyor. Rafael’in büyüdüğü evde Türkçe değil Ladino konuşulmaktadır ve Fısıh Bayramı onlar için çok önemlidir. Rafo, duygusal şantajla onu aşktan vazgeçirmeye çalışsa da aynı durum Selva için de geçerli olsa da, Rafo’nun ailesinden bazı kişiler de Fazıl Reşat Paşa’nın damadı olmanın avantajlı olduğunu söylüyor. Ülkelerinden ve arkadaşlarından dışlanmak bu göçe neden oluyor.

Bu yüzden Sabiha psikoloğa gitmeye başlar ve ondan hoşlanmaya başlar. Aslında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’ya bir göç dalgası yaşandı. Türkiye ile hiçbir bağlantısı olmayan Türk Yahudilerinin torunlarına Türkçe öğreten Selva, annelerinin en büyük arzusunun Filistin’e gitmek olduğunu öğrenir. Tarık farklı bir kültüre göç ettiği için Margot ile evlenip evlenmeme konusunda anlaşmazlığa düşer. Burada bireylerin tarihi ile insanlık tarihinin kesişimini görüyoruz.
 
Göçmenler söz konusu olduğunda onlara yardım eden tanıdıkların olduğunu sıklıkla görüyoruz. Tarık onlara yardım ediyor. Rafo, göç ettiği ülkedeki işgücü açığını da dolduruyor. Göç ettiği ülke de daha gelişmiş bir ülkedir. Burada sosyal ve ekonomik eşitsizlik söz konusu.
 
Hochstadt’ın makalesinde de belirtildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı göç konusunda muhafazakar fikirleri beraberinde getirdi. Göç çalışmalarında soykırımın meşrulaştırıldığını sıklıkla görüyoruz. Göç araştırmalarının bir kısmı Batı kültür tarihine ilişkin ulusal çalışmalar olarak değerlendirilebilir. Burada tek çocuklu aile yapısını o yıllardaki Büyük Bunalım’ın neden olduğu nüfus azalmasıyla açıklayabiliriz. 1920’lerden sonra Avrupa genelinde hareketlilikte bir düşüş yaşandı. Evlilik ve ekonomik gerileme burada bağlantılıdır. Ancak ülke ekonomisi de bir sebeptir. Bu geçici bir göç değil, evlilik kaynaklı bir göç. Kırsaldan kente göçün tek bir yönü yoktur. 1920’lerin sonu ve 1940’lara kadar hareketlilik açısından bir düşüş yaşandı. Kitapta tek cümleyle bahsedilse de o dönemlerde Amerika’ya bir göç dalgası vardı. Amerika Birleşik Devletleri’ne kitlesel göç, sanayi şehirlerinin patlayıcı büyümesi (Modern Almanya’da Demografi ve Demografi: Siyasi Rejimlerde Sosyal Bilim ve İdeoloji – Steve Hochstadt).
 
Sanayileşme, yani o dönemde başlayan kademeli liberalleşme, yüksek miktarda hareketlilik ile özdeşleştirilmektedir. Burada Rafo, hem evliliğinden dolayı hem de o dönemdeki ekonomik bozulmanın psikolojik etkilerinden dolayı bu kentleşme içerisinde aşağıya doğru bir hareketlilik yaşar. Sosyal ve entelektüel üstünlük, kalkınma ilerledikçe göçün azalmasına yol açmaktadır. Fransa’ya yoğun göç bu anlamda gelişmişlik açısından bir göstergedir. Ekonomik olarak daha az gelişmişten daha gelişmişe. Nüfus çalışmaları aynı zamanda Aryanların ve faşizmin sözde biyolojik üstünlüğüyle de ilgilidir. Marsilya ticari olarak daha gelişmiş bir şehirdir. Endüstriyel ve ticari şehirler daha fazla göç almaktadır.

Bu kitap azınlık, evlilik ve zorunlu göç perspektifinden incelenebilir. Etnik temizlik düşüncesiyle ilerleyen Alman devleti ve toplumsal baskı nedeniyle evli bir çiftin Türkiye’den göç etmesi de ırkçı demografinin bir yansımasıdır.

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir