Türkiye Cumhuriyeti’nin yasal ilk siyasi partisi, Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti’nin devamı niteliğinde 9 Eylül 1923 tarihinde kurulmuştur. Halk Fırkası adıyla hayata başlayan bu yeni siyasal oluşum 10 Kasım 1924’te, Avrupa’ya daha rahat entegrasyon için Halk Partisi olarak şeklinde adını değiştirmiştir.
Daha sonra ilerleyen yıllarda Cumhuriyet de eklenip 12 Eylül’e kadar belirli bir çizgide ilerlemiştir. Özellikle Milli Şef İsmet Paşa’dan sonra genel başkanlık koltuğuna oturan Bülent Ecevit, ‘Halkçı Ecevit’ sloganı ile halktan biri, halkın içinden gelen- ki oldukça doğru bir tespitti- bir siyasetçi imajı ile mütevazı bir görünüm vermiştir. Bülent Ecevit’in adı kısa sürede dağlara, taşlara yazılmış; 12 Eylül’den sadece 6 gün önce yaptığı mitingde halkı demokrasiye sahip çıkalım demiş ancak haftasında askeri müdahale gerçekleşmiştir.
Askeri müdahalenin ardından gelen siyasi yasaklar, kapatılan siyasi partiler, özgür düşüncenin engellendiği skandal politikalarla dolu yıllar birbirini izlemiştir. Şüphesiz ki siyasi oluşumların hataları, yanlışları ve geç kalmışlıkları da vardır. 12 Eylül sonrası kurulan parti ve liderlerden bellidir lakin konumuz CHP olduğu için bu hususu başka bir yazıya bırakalım.
12 Eylül’ün ardından kapatılan CHP, 1992 yılında tekrar açıldı. Lideri değişti, kadrolar değişti, düşünceler değişti, adında halk olan parti halktan uzaklaştı. Meclise girdi, giremedi. Bülent Ecevit ise siyasi yasağı bitince kırgın olduğu CHP yerine yeni kurulan DSP’de idi.
70’lerin çalkantılı dönemi, 12 Eylül süreci ve yalnız bırakılmışlık, küstürmüştü Bülent Ecevit’i. Ve yeniden açılan CHP, sanki 12 Eylül dönemini yaşamamış gibi hatta kendisini inkar edercesine kuruluş ilkelerine ters ve proje üretmeyip sürekli askere bel bağlayan bir havadaydı. Sıkıştığı her meselede politika üretmek yerine orduyu işaret etti. 1992 CHP’sine birileri talimat veriyor gibi idi. Belki bir bakıma yaşanılan sıkıntılı süreçlerin de etkisi vardı. Halk ile Ecevit’ten sonra bütünleşemedi. Zaten Sayın Deniz Baykal muhaliflikten o kadar memnundu ki muhalefete bile muhalifti. Hatta halk içinde bir deyim oluştu “Sen de Deniz Baykal gibi her şeye muhalifsin” diye.
Hal böyle olunca tabi ki sonraki nesil politikacılar da yetiştirdikleri gibi devam ediyor: Muhalefet bize yeter
Yahu CHP halkın idi. Adında halk geçiyor. Peki neden halkın içinde değil. Hakkını vermek lazım. CHP’nin mevcut genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir ara yaptı. İndi sahaya, her türlü kara propagandaya rağmen Adalet için yürüdüğünde halkla gerçekten bir bütün oldu. Lakin devamını getiremedi. CHP’nin halka tepeden bakan parti imajını’ kıramadı. CHP’deki Derin CHP, bir şekilde engellemeyi başardı. Sanki 12 Eylül’de kapatılan parti 1992’ye kadar psikolojik telkin ile özel görevlendirilmiş gibi, bilim-kurgu dizisi gibi… Olmayacak iş de değil. Amerikan bilim adamlarının bu şekilde telkinler ile sadece serum ile su verip deneklerin öldüğü günümüzde paylaşılmaktadır çeşitli yayın organlarında. Acaba bu kapalı kalınan süreçte CHP’lilere siz muhalifsiniz diye telkinde mi bulunulduğuna dair kuşku duymuyor değilim.
Gelelim öze. Genel seçimler önce kalp yaparken 3-5 puan ile kaybedip 2.turda ani bir söylem değişimi ile kalp çöp oldu. Helalleşme bitti. Protokoller başladı. Sonra seçmen de hüsran oluştu. CHP’nin kendinde sıkıntı yok belki ama muhaliflik rolünden çıkarılamıyor bir türlü. Şimdi koltuk kavgası ile yerel seçimlere gidiliyor. Ne diyordu Sezen Aksu; “Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış”
Kuruluş ilkeleri ile günümüz dünyasına adım atma yeniden planlama zamanı gelmedi mi?
Cumhuriyetçilik
Milliyetçilik
Halkçılık
Laiklik
Devletçilik
İnkilapçılık (Devrimcilik)
Yani Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe doğru bu ilkeler ışığında yürürken halkla beraber olma zamanı gelmedi mi? Unutmayın kişiler geçer, kurumlar ve düşünceler kalır ve yeni gelenler geliştirmek için politika üretir.
Cumhuriyetin kuruluş ilkelerini hafızamıza yeniden kazıyın lütfen. Halkçılık var onu unutmayın. Kuruluş dönemi geçti. 100.yıldayız. Biraz gayret gerek. Hizmete talibiz diyorsanız tepeden bakmadan buyrun sahaya. Politikalar üretin ve yeni teşkilatlarınız ile beraber artık genel başkan kim seçilecekse insin sahaya.
Teşkilatların sağlam olması gerek elbette. Halkçı olması gerek. Öyle 47 kez arayanlara en azından nezaketen de olsa hadi oradan demek için bile olsa geri dönüş yapmak gerek. Yahu 47 kez aranır da bir adam hem de seçim sürecinde geri dönmez mi? anlam veremiyorum.
Görüyoruz ki Genel Kurul sürecinde çalışkan başkan adayları haricinde kimse yerel seçimler ile ilgilenmiyor.
Halk, halk, halk! Önemli!
Unutmayalım; laiklik devletin yönetim şeklini din harici bir kaynaktan almasıdır: ANAYASA
Halkın dinine ve görüşüne toplum huzurunu bozmadığı sürece karışılması değildir. Politika üretin.
Sağlık ve esen kalın.
özgürlüğü yitirdik dostlar
ardından bir çift sözüm var
havaya benzerdi biraz
varlığı duyulmazdı özgürlüğün
yokluğu dayanılmaz
“saklamayın” derdi özgürlük “beni kendinize
esirgemeyin beni ellerden
esirgendikçe tükenirim çünkü
paylaşıldıkça çoğalırım ben”
oysa kendimize kalsın diye özgürlük
ona bahçelerde duvarlar ördük
uçup gitti kuş misali bahçelerden
ne eller gördü hayrını ne biz gördük
“yurttaşlar” derdi özgürlük “bu devleti
sizler yöneteceksiniz el ele
yaşatabilmek için beni
yaşayabilmek için benimle”
oysa dünyalarımız öylesine küçüktü
devlet öylesine büyük
yönetilmek öylesine rahattı
yönetmek öylesine yük
bir seyirlik oyun saydık devleti
bıraktık oyuncuların eline
düdük çaldı oyun bitti
“haydi” denildi “herkes evine”
yok artık dostlar
ağlamanın yararı
ellerimizle kazıldı
özgürlüğün mezarı
kendimizi gömdük içine
Bülent Ecevit
Yorumlar (0)