Türkiye’de Demokrasi Neden Konsolide Olamıyor?

Demokrasinin literatürde 500’den fazla tanımı olduğu ileri sürülmektedir. Fakat çağdaş, katılımcı demokrasi ve demokratikleşme süreçleri en azında demokrasinin kurumsal etkinliğinin yanında değer boyutunun iyi çalışmasını öngörmektedir. Örneğin insan hakları, azınlık hakları, ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve özgür basın gibi değerlerin dünya standartlarında olması gerekir. Oysa uluslararası demokrasi endekslerine göre, isim verilecek olursa Freedom […]

A+
A-

Demokrasinin literatürde 500’den fazla tanımı olduğu ileri sürülmektedir. Fakat çağdaş, katılımcı demokrasi ve demokratikleşme süreçleri en azında demokrasinin kurumsal etkinliğinin yanında değer boyutunun iyi çalışmasını öngörmektedir. Örneğin insan hakları, azınlık hakları, ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve özgür basın gibi değerlerin dünya standartlarında olması gerekir. Oysa uluslararası demokrasi endekslerine göre, isim verilecek olursa Freedom Houseun son raporlarına göre, Türkiye özgür olmayan ülke kategorisinde yer alıyor.

Türkiye tarihinde Osmanlı İmparatorluğu dönemi de dikkate alındığında ilk parlamento seçimlerinin yapıldığı 1877’den bu yana 1,5 asırlık demokrasi tecrübesi (hatta Sened-i İttifak düşünülecekse daha da eski sayılabilir) ve 1950 seçimleriyle 75 yıllık çok partili demokrasi tecrübesine rağmen, hep iki ileri bir geri stratejisiyle demokrasi bir türlü yerleşemedi. Demokrasi kasabadaki tek oyun haline gelemedi.

Neden? Tabi bir sürü neden sayılabilir, fakat bu kısa yazıda daha çok en etkili nedeni tartışacağız.

Demokratikleşmenin önündeki engeller sistemsel mi yoksa kültürel mi?

Demokratikleşme sürecinde hem kültürel faktörler hem de sistemsel yapılar önemli roller oynar. Kültürel unsurlar, bir toplumun demokrasiye olan yatkınlığını ve demokratik değerlerin benimsenmesini etkilerken, sistemsel düzenlemeler demokratik kurumların işleyişini ve etkinliğini belirler.

Demokratik kültür, bireylerin özgürlük, eşitlik, insan haklarına saygı ve sosyal adalet gibi değerlere bağlılığını ifade eder. Bu değerlerin toplumda ne derece benimsendiği, demokratikleşmenin derinliğini ve sürdürülebilirliğini etkiler. Eğitim, tabi evrensel değerlere paralel bir eğitim ve toplumsal bilinçlenme, demokrasi kültürünün yerleşmesinde kritik öneme sahiptir. Bireylerin demokratik süreçlere katılımı ve demokratik değerlere olan inancı, demokratikleşmenin başarısını doğrudan etkiler.

Demokratikleşme sürecinde sistemsel yapılar da belirleyicidir. Yönetim biçimleri, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve sivil toplumun etkinliği gibi unsurlar, demokratik kurumların işleyişini ve etkinliğini şekillendirir. Ayrıca, devlet ve sivil toplum arasındaki ilişki, demokratikleşme sürecinde kritik bir rol oynar.

Demokratikleşme sürecinde kültürel ve sistemsel faktörler birbirini tamamlayan unsurlardır. Kültürel değerlerin demokratikleşmeye uygunluğu, bireylerin demokratik süreçlere katılımını ve demokratik değerleri benimsemesini kolaylaştırırken, sistemsel düzenlemeler bu değerlerin kurumsallaşmasını ve sürdürülebilirliğini sağlar. Dolayısıyla, demokratikleşmenin başarılı olması için hem kültürel hem de sistemsel faktörlerin birlikte ele alınması gerekmektedir.

Literatürde bu konuda bir konsensüs olmamasına rağmen, kendi okumalarım ve gözlemlerimden yola çıkarak kültürel faktörlerin çok daha belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın çalışmaları, demokratik sistemlerin sağlıklı işlemesi için yalnızca kurumsal yapıların yeterli olmadığını, aynı zamanda güçlü bir yurttaşlık bilincinin ve demokratik değerlere sahip bir siyasal kültürün varlığının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, siyasal kültür ve sosyal sermaye, demokratik kurumların etkinliği için kritik unsurlar olarak değerlendirilir.

Türkiye’de sistem ya da yasal düzenlemeler mükemmel olmasa da demokratik bir sistemin inşası için yeterli bir altyapıdan bahsetmek mümkündür. Fakat kültürel boyut bu sistemi destekleyecek, onu geliştirecek ve daha da ileri götürecek demokratik kapasiteden yoksundur. Demokratikleşmede geriye ket vuran faktörlerin başında güçlü liderlik ve otoriter eğilimler gelmektedir. Türkiye tarihi incelendiğinde her dönem ve genel olarak zihni inşada hep bir kurtarıcı ve liderlik kültü var olmuştur. Gerek anda olsun gerekse tarihte olsun hep birilerini tabulaştırma ve tapınma geleneği demokratikleşme sürecinde geriye ket vurmaktadır. Demokratik ülkelerin siyasal kültürü incelendiğinde bu tarz tarihsel kişilikleri kutsama ya da tabulaştırmaya rastlamak zor iken, demokratik olmayan toplumların tarihi sahte kahramanlar ve tabulaştırılan liderler ve müritlerce uçurulan şeyhlerle doludur.

Deemokratikleşmenin önündeki diğer bir kültürel unsur siyasal ve toplumsal kutuplaşmadır. Cumhuriyetin kurulduğu tarihten itibaren laik-anti laik, Kürt-Türk ayrışması giderek derinleşti. Cumhuriyet demokratikleşemeyince kutuplaşma ve bölünme stratejisi üzerinden varlığını devam ettirdi. Eşit vatandaşlık üretemeyen, modern bir devlet olamayan sistem etnik ve dini kimlikleri çoğulcu bir yapı ile koruyamadı ve hep kutuplaşma üretti. Tekçi bir kimlik dayatan rejim, çoğulcu bir toplum oluşturmanın önünde engel olduğu gibi sürekli kutuplaştırma üretti. Din, dil ve diğer tüm kimlikler bağlamında kapsayıcı olması gereken rejim, maalesef tekçi bir kimlik üretti ve farklılıkları hep tehdit olarak gördü ve yansıttı. Bu da modern çoğulcu ve demokratik bir toplumun gelişmesini engelledi. Irkçı, ötekileştirici ve ayrımcı zihniyetlerin gelişmesi ve büyümesi için zemin oluşturdu. Bugün dijitalleşme ile artan soyal medya platformlarında bu kutuplaştırma süreci daha da etkili ve tehlikeli bir hal aldı.

Kutuplaştırma süreci, siyasal sistemi bir rejime dönüştürdü ve toplumun yararından çok rejimin güvenliği hep ön planda tutuldu. Demokratikleşme hamleleri sürekli askeri darbelerle ve müdahalelerle engellendi. Aynı saiklerle yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkesi göz ardı edildi. Rejimin selameti için yargı bir rejim sopasına dönüştürüldü. Küresel çapta meydana gelen onca sistemik değişim ve dönüşümler de bu antidemokratik rejimi dönüştüremedi. Son bir asırda dünya sistemi sistemik düzeyde en az üç kez değişti, fakat bu tekçi, dışlayıcı ve merkeziyetçi sistem değişmedi, hep değişime direndi. Giderek otoriterleşti ve bugün özgür olmayan rejimler arasında Freedom House haritalarında mor (özgür olmayan ülke) renge boyandı. Dünyada artan popülizmle birlikte var olan cılız demokrasi daha da cılızlaştı ve böyle giderse yakın zamanda ölmesi mukadderdir.

Bütün bu otoriterleşme eğilimlerini destekleyen faktörlerin altında tarih, din ve töre de önemli rol oynadı. Bu üç faktör hem toplum zihninde bu zararlı otoriterleşme eğilimlerini besledi hem de siyasal olarak destekledi. 150 yıllık demokratikleşme tecrübesine rağmen hala demokrasi konsolide olamamışsa ki olamamış, bırakın konsolidasyonu NŞA’da sadece seçim demokrasisi olarak anılacak bir düzeyde olmasının altında yatan başlıca belirleyici faktörlerin kültürel olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sistemin kendisi mükemmel değil belki fakat hoşgörülü, demokratik ve çoğulcu bir kültür oluşturulabilseydi, bugünkü sistem üzerinden konsolide olmuş bir demokrasi rahatlıkla kurulabilirdi. Fakat olmadı ve olacak gibi de durmuyor.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir