Vatan Yahut Çanakkale

Allah bize öyle bir vatan nasip etmiş ki, neredeyse dünyanın merkezi, doğudan batıya- güneyden kuzeye tüm deniz, kara yollarının ve hava yollarının kesiştiği yer. Yani dünyanın güneyi ile kuzeyi/ doğusuyla batısı arasında bir kuş, bir balık veya karada yaşayan bir canlı da geçse bu topraklardan geçecek.  Yer yüzünde olup da bu topraklarda olmayan bir maden […]

A+
A-

Allah bize öyle bir vatan nasip etmiş ki, neredeyse dünyanın merkezi, doğudan batıya- güneyden kuzeye tüm deniz, kara yollarının ve hava yollarının kesiştiği yer. Yani dünyanın güneyi ile kuzeyi/ doğusuyla batısı arasında bir kuş, bir balık veya karada yaşayan bir canlı da geçse bu topraklardan geçecek.

 Yer yüzünde olup da bu topraklarda olmayan bir maden neredeyse yok.

– Tatlı su kıtlığının olduğu bir bölgede en temiz ve en büyük su kaynakları bu topraklarda

Tarih olarak Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, sayısız kahramanlık hikayelerine, efsanelere sahne olmuş, nice medeniyetlerin beşiği olmuş bu topraklar. Kimi diyar ı rum demiş, kimi anatolian. Dedelerimiz de boğazların batısına Rumeli , doğusuna Anadolu demiş. Biz de VATAN demişiz. Asya, Avrupa ve Afrikanın büyük bir bölümünü içine alan 24. milyon km2 den 780.000 km2 ye sığınmışız.

Medeniyetler beşiği olan bu Anadolu aynı zamanda medeniyetler mezarlığıdır da. Çünkü bu topraklara sahip olanların asla rahata, yan gelip yatmaya hakkı yoktur. Bu topraklara sahip olanlar ya cihan hakimiyeti iddiası ve gayreti içinde olacaklar ya da Anadolunun medeniyetler mezarlığında tarih olup gideceklerdir. O yüzden bizim uyuma lüksümüz yok, öğretmenimizin, mühendisimizin, çiftçimizin, işçimizin uyuma, yan gelip yatma lüksümüz yok. Çünkü bu vatan yan gelip yatanları tarihe gömmekte çok mahirdir.

Evet vatan deyince; nedir vatan

 Oğuz Kağan Destanında:

“Takı taluy takı müren

Kün tuğ bolgıl kök kurıkan”

(Daha çok deniz, daha çok ırmak; Güneş tuğumuz, sancağımız; Gökyüzü de çadırımız olsun. Yani yeryüzünün tamamı, başka bir deyişle sınırsız bir vatan tasavvuru anlatılıyor.

 Ziya Gökalp’in özellikle, “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan” sözünde de sınırsız bir vatan tanımı vardır.

Askerlik;

 Türk töresinde millet, ordu millet diye tanımlanmaktadır ve yetişkin erkeklerle birlikte kadın ve çocuklar da gerekli durumlarda asker olarak kabul edilmektedir. Asya Hun Devletine kadar Türklerde düzenli ordunun olmadığı, bir savaş ya da tehlike anında tüm milletin asker olarak savunmayla yükümlü olduğu bilinmektedir.

Devlet Kurma ve İdare Yeteneği;

Şu anda 7 türk devleti var. Tarih içindeki 16 Türk devletlerini de eklersek bu sayı 23 oluyor. Bu sayı bile bizim devlet kurma ve idare etme konusunda ne kadar mahir olduğumuzu gösterir. Bu devletlerin çoğunun birbirinin devamı olduğunu düşününce de devlet kurma yeteneğimiz kadar kendi içimizde çabuk bölünme özelliğimizi düşünmek gerekir. Hele yıkılan devletlerin yine çoğunluğunun iç çekişmeler sonucu yıkıldığını düşündüğümüzde ise dışarıya karşı çok sert ve güçlü görünmemize rağmen kendi içimizde zaaflarımızın olduğu anlaşılmaktadır.

CİHAD VE ŞEHADET:

Cihad; Allahın kanunlarının geçerli olmadığı hiçbir yer kalmayıncaya kadar İ’la yı kelimetullah için mücadele etmektir. Bu mücadele sırasında öldürülenlere de ŞEHİT diyoruz.

Şehitlik, İslâm’da en büyük mertebedir. Şehitlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir. Âhirette en büyük rütbenin peygamberlikten sonra şehitlik olduğu belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehitlerin bütün günah ve kusurları Allah tarafından affedilmektedir.

Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri “Ölürsem şehidim, kalırsam gazi!..” inancıdır. Bu durum, ayette “iki güzelden biri” şeklinde ifade edilmiştir. Halid b. Velid’in İran komutanına söylediği şu sözler, şehitlik kavramının Müslümanlara neler kazandırdığını gösteren güzel bir misaldir:

“Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim.” (Abdürabbih, s. 387)

“Kardeşleriniz Uhud’da şehit olunca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların cevfine koydu. Cennetin nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler. Arşın gölgesinde asılı altından kandillerde yerleşirler. Yiyecek, içecek ve istirahatlerinin güzelliğini görünce,

‘Keşke, derler Cennette hayatta olup, rızıklandırıldığımızı biri dünyadaki kardeşlerimize haber verse. Ta ki, cihaddan geri kalmasınlar, savaş esnasında kaçmasınlar.’ Cenab-ı Hak, ‘Sizin bu halinizi onlara ulaştıracağım.’ der ve şu ayetlerle bildirir.” (Ebu Davud, Cihad, 25

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Allah’ın lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde, Rableri katında rızıklandırılırlar. Arkalarından gelecek olanlara şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler. Allah’tan bir nimeti ve lütfu ve Allah’ın mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.” (Âl-i İmran, 3/169-171)

Yine Hz. Muhammed Mustafa S.AV in şehitlerle ilgili şu hadis i şerifleri bizlere nakledilmiştir:

“Şehidleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar…”

“Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur.” (Müslim)

“Şehid, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) yetmiş kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir.” (Ebu Davud, Cihad 26)

“Kıyâmet gününde üç sınıf şefaat edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler…” (İbni Mace, Zühd 37)

“Şehid olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehidlerin derecesine eriştirir.” (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, İstigfâr, 26; Neseî, Cihâd, 36; ibn Mâce, Cihâd, 15).

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİN DAĞILIMI

Milli Savunma Bakanlığının kayıtlarında Çanakkale’de en çok şehit veren il 4 bin 92 şehitle Bursa , Türkiye genelinde ise ilçeler arasında Bursa’nın Orhaneli ilçesi bin 34 şehitle Çanakkale’de en çok şehit veren ilçe olmuştur. Orhaneli ilk sırayı alırken, Mustafakemalpaşa 690, İnegöl 534, Karacabey 397 ve Yenişehir 229 kişi şehit vermiştir.

Bu yazıyı hazırlarken Çanakkale şehitlerimizden birkaç anıyı da okudum. Niyetim bu anıları sizlerle de paylaşmaktı. Bu anılar çanakkalede şehit olan atalarımızın saf imanını, vatana olan aşkını o kadar güzel ve samimi ifade ediyorlar ki ben okurken göz yaşlarıma hakim olamadım.

Şimdi sizlere, kendi cenaze namazını kılan Ali Çavuşu mu, Yozgatlı Kınalı Hasanı mı, karısına yazdığı ve gönderemediği mektubuyla kızının bir tutam saçı kanlı elbisesinden çıkan Üsteğmen Zahit Beyi mi, az sonra şehadet şerbeti içecek olan yaralı oğluna, ‘’Diğerlerinin hakkı’’ diye ağrı kesici vermeyen Dr. Tarık Nusreti mi, hangisini sıradan cümlelerle anlatabilirim ki. Bunlardan sadece Dr Tarık Nusretin anısını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sürekli olarak doktorun önüne yaralı askerler konup, kaldırılıyordu. Sırada bir sürü asker sedye üzerinde beklediğinden dolayı hızlı bir şekilde muayene yapılıyor, kurtulma ümidi olanlara morfin vuruluyor, ümitsiz durumdaki yaralılara morfin vurulmuyordu. Bu sırada doktorun önüne 16-17 yaşlarında yaralı bir asker daha getirildi. Doktor Nusret: “Bu yaralıyı da arkaya götürün” dedi. Ağır yaralı askerlerden biriydi. Bacaklarından biri kopmuş, bağırsakları dışarı çıkmış çok kötü durumda olanlardan biri. Görevliler tam kaldıracakken asker kısık, inleyen bir sesle: “Baba, baba benim dedi. Ben Tahsin!”

Sıhhiye erlerinden birini çağırarak emir verdi: “Oğlumu arkaya götürün, ağacın gölgesine yatırın” dedi. Morfini yapmadı.

Aradan biraz zaman geçmiş ve doktor görevini diğer meslektaşına devretmişti. Hemen arkaya ağır yaralı askerlerin olduğu bölgeye gitti. Ağacın gölgesinde yatmakta olan oğluna doğru yaklaşıp baktı. Çoktan şehit olmuştu. Doktor oğlunun cansız bedenine sıkıca sarılıp ağlamaya başladı. Diyeceği tüm sözler boğazına düğümlendi. Oğlundan bir helallik bile alamamış, ona veda edememişti. Son anlarını acı çekmeden yaşaması için gereken ağrı kesiciyi bile yapmamıştı. Yapamazdı çünkü biliyordu ki ameliyat edilse bile yaşamazdı. Onun görevi elinde az bulunan ağrı kesiciyi hayatta kalabilecek olanlara kullanmaktı. Evladı da olsa vatanın her şeyden daha mühim olduğu tartışılmazdı.

 Sözlerimizi İstiklal şairimiz, Mehmet Akif Ersoy’un ‘’Çanakkale Şehitlerine’’ şiiriyle bitirelim.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…

Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.

‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;

Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…

Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

    (6)

 

 

 

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir